BÖLÜM BİR

206K 4.4K 1.9K
                                    

İTALYA, FLORANSA

Elimde bir kadeh kırmızı şarapla, şöminenin yanındaki tek kişilik koltuğa kurulmuş, gülümseyerek önümdeki manzarayı seyrediyordum.

Yasemin. Onu hiçbir zaman kuzenim olarak görmemiştim. Her zaman kardeşim gibiydi benim, ve dilediği, hak ettiği mutluluğa kavuştuğunu görmek beni her zaman çok mutlu ediyordu. Sevimli çocukları ve ona her zaman çok değerli bir pırlantaymış gibi bakan kocasıyla harika bir aileye sahipti.

Henüz bir yaşındaki küçük Rosso babasının kucağında kendi dilinde heyecanla konuşur ve kıkırdarken, Yasemin ve Antonio heyecan içinde konuşup duran Enrico'yu dinliyorlardı. Enrico, anlattığı hikayenin bir yerinde durup, Yasemin'e baktı; küçük çocuğun bakışlarındaki sevgiyi görmemek imkansızdı. Yasemin'i gerçekten annesi gibi seviyor ve ona bir çocuğun annesine sunabileceği sevgi dolu bakışları veriyordu. Yasemin'in söylediğine göre, öz annesinden çok fazla bahsetmiyor ve onu sormuyordu. Varlığını unutmuş gibiydi. Normalde bu kulağa üzücü gelebilirdi; tabi öz annesi Sofia korkutucu, kindar kaltağın teki olmasaydı. Şükürler olsun ki, artık çok sevdiğim Del Piero ailesine zarar veremeyecek kadar uzaklıktaydı. Toprağın altında.

Enrico, Yasemin'in yanağına sımsıkı bir öpücük kondurduktan sonra konuşmaya devam etti, Yasemin ise sulanan gözleriyle, gülümseyerek onu dinlemeye devam etti.

Onca şey atlattıktan sonra hala bir arada olmaları, mutlu olmaları inanılmazdı. Antonio, olanlardan sonra Yasemin'in ısrarlarıyla ayda bir terapiye gitmeye devam ediyordu ama gözlerine baktığınızda bile, gerçekten iyi olduğunu görebiliyordunuz. Ailesi onun iyileştirici gücüydü.

İçimi çekerek, şarabımdan bir yudum aldım ve bu güzel ailenin karşısında, yılbaşı gecesi yalnız olduğumu unutmaya çalıştım. Dört senedir ilk defa yılbaşına Serkan'sız bir şekilde giriyordum. En son kavgamızdan sonra, aramalarına ve mesajlarına dönmemiş, tüm eşyalarımı bavullarıma yerleştirip, Türkiye'den ayrılmıştım. Ona haber vermemiştim. Verememiştim. Bana göre ilişkimiz tamamen bitmişti, onu son gördüğümde söylediğim sözleri geri alamazdım, acımasızca olsa bile, almak istemiyordum da. O anları hatırlayınca ürperdim.

Serkan ile güzel bir restorantta oturmuş, sessizlik içinde yemeğimizi yerken gözlerim etrafta konuşan, gülüşen, bizden çok çok daha mutlu gözüken insanlardaydı.

 Karşı karşıya oturmuştuk ama ruhlarımız kesinlikle başka bir yerdeydi. En azından benimki burada değildi. Profesör Adler'in birkaç gün önce beni arayıp sunduğu teklifi düşünmeden edemiyordum. Yüksek lisansımı İngiltere'de yapmıştım, seneyi çok iyi bir ortalamayla bitirmiştim, ayrıca bir sene orada staj görmüştüm. Bana çok yardımda bulunan ve Türkleri çok seven profesörüm ile bağlantıyı hiçbir zaman koparmamıştık. Birkaç gün önce arayıp, bana yeni açtığı klinikte çalışmamı ve okulda asistanı olmamı teklif ettiğinde, ne diyeceğimi bilememiş ve birkaç gün düşüneceğimi söylemiştim.

Kaçırılmaz bir teklifti. Ama İngiltere'deydi. Gözlerim, Serkan'ın üzerinde takılıp kaldı.

Neden teklifi aldığım anda ona anlatmamıştım? Ya da neden Profesör  cümlesini bitirdiğinde ilk düşündüğüm, her şeyimi toplayıp buradan uzaklaşmak olmuştu? Serkan'ın benimle gelme fikrini düşünmemiştim bile.

İlişkimiz bir süredir eskisi gibi değildi. Eskisi gibi hafta sonlarımızı birlikte geçirmiyor, yeni keşfettiğimiz yerlere birlikte gitmek için delirmiyorduk. Genelde ben kendi arkadaşlarımla takılıyordum, ya da o çalışıyor oluyordu. Dışarıda buluşup yemek yediğimiz zamanlarda birkaç diyalogtan öteye gitmiyordu konuşmamız, oysa ki eskiden gün içinde yaşadığım her şeyi ona anlatmak için delirirdim. Sevişmelerimizin bile eskisi gibi tadı yoktu, tutkusu eksikti. Birbirimize dokunmuş olmak için dokunuyorduk, ve daha da kötüsü, bunun hakkında konuşmuyorduk bile.

CANAVARIN KALBİ (İTALYAN SERİSİ#2)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin