"Teşekkür ederim dokunmama izin verdiğiniz için." Benim için çok önemli bir yere sahip. Bir çok defa sipariş etmek istesem de, kendime Konyada hissederek alacağım diye söz verdim. Şimdi sözümü tutma zamanı geldi.

"Rica ederim, size vermeyi isterdim ama babamdan kalan yadigar veremem ama bir başkasını verebilirim." Beklemediğim bir teklifti. Nasıl bekleye bilirdim ki? Hem de tanımadığım birisinden.

"Çok teşekkür ederim artık kısa da olsa buradayım, gitmeden önce alacağım tek şey." Büyük konuştum biliyorum. Kitap almadan geri dönmeyeceğimi adım kadar iyi biliyorum.

Çok zor oldu ayrılmam. Bir şey beni o adama çekiyordu. Sanırım yüzüme bakmama nedenini de biliyorum. Ama o an kırıldım sanki. Aklıma o an gelmedi. Dinen bağlı insanlar karşı cinsin yüzüne bakmazmış. O da bakmadı. Bu benden artı bir puan kaptı ya neyse. Şimdi sorun ben nasıl gideceğim Edoşumun yanına? Neyseki ev adresini çaktırmadan almışdım. Alandan çıkıp bir taksi tuttum. Adresi söyleyince neyse ki biliyormuş. Sorun yaşamadım.

Taksiden ücreti ödeyip indim ama en büyük sorun şu ki benim cadım şu an işte. El mecbur 2 saat bekleyeceğim. 2 saattir bekliyorum. Elde 2 bavul gelen giden bakıyor. Bir haftalık tatil için iki bavul çok demeyin. Bende biliyorum çok ama bavulun birisi Eda ve hocam için hediye dolu. Geri dönerken bizimkilere alacağım hediyelerle dolu olacak.

Neyseki kuzumun üst kat komşusu iyi birisiymiş de bir bardak çay getirdi. Eskiden çayı sevmezdim. Mecbur kalmadığım sürece tüketmezdim. Sütlü kahve yeterdi. Ta ki, hocamın 'Çay dost meclisinin içeceğidir kızım, çaylar tazelendikçe muhabbet de tazelenir' dediği ana kadar. Çayla birlikte güzel bir muhabbet de başlamışdı. Hoş sohbetine doyum olmuyordu ta ki sokakta bir çığlık kopuncaya kadar. Eee bilin bakalım çığlık kimden geliyor? Doğru tahmin Edadan geliyor.

"Ya ben hayal mi görüyorum yoksa sen gerçek misin?"

"Gerçeğim canım. Ben geldim de, hani bir hoş geldin deme, sarılma? Yok ya ben gideyim en iyisi. Bak Nurhayat teyze bu şoka girdi mi donuyor, kafa bir yerlere gidiyor, ama özünde iyi kızdır. "

"Ya sen geleceksin, bana haber vermeyeceksin, bir de bana laf sokacaksın hıh. Evde konuşuruz canım ben sana gösteririm donmayı." - deyip boynuma atlayan bir kankayla karşınızda ben duruyorum. Şakalaşarak eve girdik. Ne kadar davet etsek de, Nurhayat teyze bizimle gelmedi. O degil de benim Azerbaycanlı olduğumu öğrenince çok şaşırdı. Ama Türkçem iyi olduğu için konşmamdan anlamamış. Bunu da Edoşuma borçluyum telefonda az konuşmadık.

Eve girer girmez koala gibi yapışmıştık birbirimize. Normal yani düşünsenize hemen hemen her gün konuştuğunuz, her sırrınızı bilen birisiyle ilk kez karşı karşıya geliyorsun. Özlem var, sevgi var, dostluk var. Bizimki öyle bir dostluk ve bu dostluk bize mesafenin ve ülkenin bir önemi olmadığını gösterdi. Sonunda ayrıldığımızda kendimi koltuğa attım. Hem uçak yormuş, hem de ismini bilmediğim adamla olan konuşma yordu.

"Ee kuzu anlat bakalım benim sevgili şehrim nasıl? Nereleri gezdin? Ve iş nasıl gidiyor?"

"Yavaş gel kızım ya daha bir yeri gezemedim. Patron gıcığın teki işten yorgun geliyorum dolaşmaya vaktim olmadı. Ama iyi ki de dolaşmamışım rehberim geldi şimdi haftasonu dolaşırız. Daha doğrusu sen dolaştırırsın. Malum sevdiğin şehir." Deyip göz kırptı.

"Dolaştırırım canım ama aç ayı oynamıyor ee yemeğe ne var açım ben." Her zaman aç olmayı başaran birisiyim ben. Çoğu zaman yemek yemeden ortalıkda dolaşırım. Yalnız yemeyi sevmediğim için çoğu zaman öğlen yemek yemem. Yengem her zaman şikayet etse de, huyumu değiştiremeyeceğini de iyi bilir.

"Bir şey yok ama hemen hazırlarım."

"Tamam canım sen hazırla ben bir duşa girsem, anca kendime gelirim."

Gecmişin gölgesiWhere stories live. Discover now