13.Bölüm: "Toz. Kan. Acı."

Start from the beginning
                                    

Ve Jeon Jungkook, kısa sürede o duygusal ve yardıma muhtaç ruhunu tamamen yok etti.

#flashback 2

Jungkook, on yedi yaşında

Gözlerini, hayatın unuttuğu ve insanların kendi canları için hiçbir yardım almadan tek başına savaştığı soğuk öğleye açıyor. Üzerindeki kalın kürk onu ısıtmıyor. Tüm uzuvları soğuğun acı tesiri altında parçalanıyor. Yerde. Yatıyor. Ayağa kalkamıyor. Gözlerini kapatmak, bu görüntülere kayıtsız kalmak istiyor.

Toz. Kan. Acı.

Zihninde yankılanan kelimeler, gördüklerinin katı bir seslendirilişi. Aniden tüm soğuğu yatıştıran tatlı bir sıcaklık kulaklarına doğru fısıldıyor.

"Jungkook."

Toz. Kan. Acı.

Korkutucu gerçeklik, tatlı hayale baskın geliyor. Ama kulaklarına ulaşan güçlü sesin sahibi kolay pes edecek gibi durmuyor. "Jungkook. Bize yardım et. Haydi!"

Toz. Kan. Acı. Etrafta sadece bunlar var. Güçlü ses tüm vücudunu elleriyle sarsıyor. ''Jungkook! Kendine gel.''

Bedeni, bir çift güçlü kol tarafından siyah bir atın üstüne adete cansız bir çuval gibi sıkıca bağlanıyor.

Yaşlı gözleri ve görüşünü kısıtlayan sıcak güneşe rağmen süvarilerden farklı bir yolda hızla ilerlediklerini görebiliyor. Ilık rüzgarın yüzüne huzur verici bir şekilde çarpıp korkularını bir nebze yatıştırmasına izin verdiğinde bile ağlayıp Jimin'in hayatı için yalvarmaktan vazgeçmiyor.

"Jungkook, güzelim." Diyor yüzünün her tarafı kan ile dolu olan Jimin.  "Bana bir şey olmayacak. Bize bir şey olmayacak."

Jungkook, yattığı yerden sıçrayarak uyanıyor.

''Şşt,'' diyor Madam Margarethe. Burnuna dolan keskin sirke kokusu, başına konan soğuk bezden geliyor.

"Ne oldu bana?" Diye soruyor Jungkook yutkunarak. Hala gördüğü kötü rüyanın etkisinde.

Ancak içten içe, bunu bir rüya değil, gelecek olduğunu biliyor.

"Üç gündür uyuyorsun." Diye karşılık veriyor Margarethe. "Güçlerini orantısız ve çok kullanmışsın. Bu da seni güçten düşürmüş. Sen Jungkook," diyor Margarethe. "Sen hiç bunu yapacak kadar dikkatsiz olmadın... Nasıl oldu da bedenini bu kadar yordun?"

"Bir şey denemem gerekiyordu." diyor Jungkook."

"Neler olduğunu annen ile paylaşmak ister misin?"

Omuz silkiyor ve,
"Yoruldum." Diye itiraf ediyor. "Jimin, Sen, Taehyung. Güvendiğim insanlardan darbe yemekten yoruldum."

"Ben seni asla kıracak bir şey yapmam oğlum." Diyor Margarethe.

"Bana yalan söyledin." Diye tıslıyor Jungkook. "Ölümlü olmadığımı, dönüştürülüp safkan bir vampir olabileceğimi, böylece ölümsüz olacağımı söyledin. Bunun için tek yapmam gerekenin savaşta sizi destekleyip, Namjoon ve iktidarına son vermem gerektiğini söyledin."

"Jungkook... Ben-"

"Hybridler dönüştürülemez!" Diye bağırıyor Jungkook. Ve sonra, sakince devam ediyor.
"Ölümsüz olamayacak olsamda anne," diyor.  "Endişelenme. Namjoon ve iktidarına son vereceğim."

Gülümsüyor.

Margarethe, çocuğun yanından hafifçe geri çekiliyor.

Uzun süredir ondan korkuyor.
Ama bunu belli etmiyor.
Ve Jungkook şimdi...
Çok, çok tehlikeli bakıyor.

"Seni severdim anne." Diye fısıldıyor Jungkook. "Sen, ihanete uğradığımı hissettiğim anlarda yanımda olan, şu an hayatımda olan tek kişisin."

"Ben de seni seviyorum oğlum." Diye fısıldıyor Margarethe gergince.

"Korkarım bundan böyle, hayatımda kimse olmayacak." Diye karşılık veriyor Jungkook. Ve ekliyor,
"Bana ettiğin tüm ihanetleri biliyorum."

Margarethe'nin gözleri korku ile büyürken, Jungkook onu kollarından tutuyor ve fısıldıyor,

"Korkma. Canını yakmayacağım."

Jungkook, ilk cinayetini işliyor ve bundan zevk alıyor.

Jungkook kaçıyor.

Ama planlarını gerçekleştirmek için geri dönüyor ve sadece gerçekleştirecek olduğu planlarda işine yarayacağını düşündüğü yirmi genci, girecek olduğu savaşta onu desteklemesi için yanına alıyor, onları oradan kurtarıyor.

Savaş kapıyı çalıyor ve kimse hazır değilken Jungkook, yıllardır bu anı bekliyor.

-Günümüz-

Yanağında ani bir sızı hissetti ve ellerini dalgınlıkla yüzüne götürdü.  Yüzünden eline doğru bulaşan sıcaklıkla karışık acı, dilinden sessiz bir tıslama halinde döküldü. Yeni giydiği beyaz tişörtüne acıyarak baktı.

Bu en sevdiğiydi.

Dalgınlıkla yüzünde oluşturmuş olduğu kesik, damlacıklar halinde beyaz tişörtüne bulaşıyordu.   Eline aldığı kat kat kalın peçete ile yüzünü temizlerken, banyonun  içindeki fayanslardan tatlı bir melodi yükseldi.

"Bir şey mi oldu Yoongi?" Diye sordu Jungkook.

"Hayır. " diye karşılık verdi Yoongi. "Yalnızca seni merak ettim. Benden istediğin bir şey var mı?"

"Var." Dedi Jungkook. "Güvenlik önemlerini biraz hafifletin."

"Anlamadım?" Diye sordu Yoongi şaşkınlıkla. "Ne yapalım ne yapalım?"

"Hafifletin Yoongi." Diyor Jungkook bıkkınca. " Bir misafirim gelecek. Ve ben, onun çözülemeyen önemlerinizi boşu boşuna aşmaya uğraşmasını istemiyorum."

"Misafir mi?" Diye soruyor Yoongi. "Neden benim haberim yok? Uzaktan gelen mektupları sana ben iletiyorum."

"Ah," diyor Jungkook haylaz bir gülümsemeyle. "Bunun sürpriz bir ziyaret olacağını sanıyorlar. Ama ben, bağ sayesinde her şeyi hissediyorum. Onun yanıma ulaşmasına çok az kaldığını biliyorum." Gülümsemesini  genişleten Jungkook ekliyor,
"Doğu ormanlarına gidin ve misafirlerimizi karşılayın. Beş kişi olacaklar. Park Jimin'i tanıyorsun. Değil mi?"

"Elbette."

"Güzel. O hariç hepsinin ölmesini istiyorum. Ve onu, tamamen hasarsız şekilde yakalayıp ulaştıracaksınız elime.

Sert adımları ile Yoongi'nin yanına gelerek,

"Tek bir çizik. Üzerinde ona zarar verdiğinize dair tek bir işaret bile görürsem..."

"Görmeyeceksin." Diyor Yoongi.

"Kendi iyiliğiniz için görmesem iyi olur." Diye cevap veriyor Jungkook.

Bölüm Sonu.

Cunning Child | JikookWhere stories live. Discover now