parmaklarına yerleşen şefkat

2.3K 375 252
                                    

  ℘  

Oops! This image does not follow our content guidelines. To continue publishing, please remove it or upload a different image.

  ℘  

"Kimsin sen?" diye sordu sesindeki acımasız sinirle. "Beni üstlere raporlayan ajan falan mısın?"

Göğsümün üzerinde sarılarak tuttuğum defterimin kenarları avuç içlerime batarken, ilk kez bu kadar yakından duyduğum ve dokunuşunu şah damarımın üzerinde hissettiğim adama baktım şaşkınlıkla. Gözlerindeki ateş saçan kızgınlık, benim ilham olarak gördüğüm kişiye yakışmıyordu. 

"B-ben..." diye kekelerken, boğazımda oluşturduğu baskı nefes almamı ve konuşmamı engelliyordu. Elimi buz kesen elinin üzerine yerleştirip gevşetmesi için sıkarken, anlamış olacak ki elini hafifçe serbest bıraktı. Uzun süreli baskıdan ötürü öksürerek kendime gelmeye çalışırken, "Söylesene!" diye bağırdı. 

Kızgın bir suratla ona bakıp, "Ajan falan değilim ben!" diye bağırdım. Boğazım acıyordu. "Sadece..." Gözlerimin en derinine bakarken, yüzüme çarpan sigara kokulu nefesi bana yardımcı olmuyordu. "Sadece sana ihtiyacım vardı."

Bulanıklaşan bakışları anlamsız bir sorgulayışa dönmüştü. "Ne?" dedi sabit bir tonda. 

"Sen," dedim kaşlarımı kaldırarak. "Bana yardım ediyorsun." 

Sinirleniyordu ve çatılan kaşlarıyla, düz bir çizgiye bürünen dudakları onu daha iyi yazabilmem için bir fırsat tanıyordu bana. "Ne saçmalıyorsun sen?" 

"Ben bir yazarım." dedim düşünmeden. "Sen de benim baş karakterimsin."

Genç adamın yüzünde beliren şey dalga geçen ve heves kıran küçümseyici bir bakış ve gülüştü. "Gerçekten..." diye mırıldandı dişlerini sıkarak. "Bir şizofren yazar eksikti başımda."

Benden tepki alamayınca bakışlarını defterime dikti. "Kanıtla." dedi defteri işaret ederek. "Sana nasıl güvenebilirim ki?" 

Yazdıklarım tam oluncaya kadar asla birileriyle paylaşmazdım. Bu hem motivasyonumu kırar, hem de beni sınırlandırırdı. Hele ki, baş karakterim olduğunu söylediğim adama gösterirsem, yazdıklarımla dalga geçer ya da onu çizmemi yadırgardı. İmkansızdı.

"Hayır." dedim anında. "Gösteremem."

Fakat o benden daha inatçıydı. Kahverengi kapaklı, ince defterimi tek bir hamlede elimden alıp ben engellemek için çırpınırken arkasını dönerek içini açtı ve bir süre sonra kızgın bir suratla bana döndü. Çizdiğim resmini işaret edip yüzünün yanında tutarken, "Söylesene," diye homurdandı. "Ben gerçekten böyle çirkin miyim?"


O ıssız yerden çıktıktan sonra yolda öylece yürürken yanımdaydı. Hala daha inanamıyordum. Sayfaları koparıp atmadığına, beni oracıkta darp edip bırakmadığına, üstüne üstlük evime kadar bırakmayı teklif ettiğine inanamıyordum. Sanırım ilham olarak seçtiğim kişi üst düzey bir centilmendi. Sadece, şüphelendiklerine karşı fazla kabaydı ama bu da onun güvenliğe ne kadar önem verdiğini gösterirdi.

Boynumu istemsizce tuttuğumda bana doğru eğilip, "Çok mu acıyor?" diye sordu. Kafamı kaldırıp endişeli suratına baktığımda tebessüm ettim. "Hayır, pek sayılmaz." 

"O halde neden elin boynunda?"

Aslında bu bir alışkanlıktı. Yanımda biri varken elim boynumda dolaşırdı sebepsizce. Üstüne bir de az önceki olay eklenince bilinçsizce boynumda gezdirmiştim işte. "Genelde böyle yaparım." diye zırvaladım. "Önemli bir şey değil."

"Az önce olanlar için..." diye mırıldandı. "Özür dilerim. İncitmek gibi bir amacım yoktu. Sadece korktum."

"Korkulması gereken işlere mi bulaştın?" diye sordum şakayla. Fakat o ciddiydi. 

"Sayılır." dedi belli belirsiz kafasını sallayarak. Onu zerre tanımıyordum ama nedense yakınlık hissediyordum. Bir karakterden daha fazlasıymış gibi geliyordu. 

"Aslında korkması gereken onlar ama işte, elden ne gelir?" dedi hüzünlü bir sesle. Onu böyle yaralayan şeyin gündem olduğunu hissetmiştim. 

"İsmin ne?" diye sordum sarı ve biçimsiz bir yaprağı ezerek. Yollar bomboştu. 

"Jeon Jungkook." dedi bana bakmadan. "Ya senin?"

"Jung Valerie." dedim. Şaşkın bir ifadeyle bana döndü. "Yabancı mısın?"

Kafamı salladım. "Hayır ama bu ismi seviyorum."

"O zaman mahlasın mı?" diye sordu. 

"Gerçek adımı kendim değiştirdim, Valerie'nin anlamı hoşuma gidiyor."

"Ne anlama geliyor?" 

"Güçlü, değerli demek." dedim ellerimi uzun, krem rengindeki eteğimin ceplerine sokarken. Onun bana olan merakı beni memnun ediyordu.

"Peki öyle misin?" diye sordu bu defa.

Omuz silktim. "Olmak isterdim." 

"Okuyor musun Valerie?" 

"Hayır." dedim içimdeki suçluluk duygusunu göz ardı ederek. Okul, hassas noktamdı. "Sen okuyor musun Jungkook?"

"Okuyorum." diye yanıtladı. "Chonnam Üniversitesi'nde, Siyasal İlişkiler bölümünde son sınıfım." 

Onu yönlendirmemin sonucunda evimin olduğu sokağa girdiğimizde ona döndüm ve daha fazla zahmet etmemesi için bir şeyler geveleyecektim ama benden hızlı davrandı.

"Bak," dedi bir şeyden emin olmak istercesine. "Sana bir şekilde güvendim ve benim hakkımda yazmana bir şey demedim ama yine de sormak istiyorum." İlgiyle gözlerime baktı. "Gerçekten baş karakterin olmamı istiyor musun?"

Bu ani soruya karşılık şaşkınlıkla ona baktım ve bakışlarındaki sadeliğe hapsoldum. Kafamı hızla sallayıp, "Evet, istiyorum." derken sesim titriyordu.

"Sana izin vereceğim ama bir şartım var." dedi. Saçlarına vuran yalancı güneş, siyahında dalgalanıp bir noktada kırılıyordu. "Acil makale yazarına ihtiyacımız var. Eğer bize bu konuda yardım edersen, sana hakkımda her şeyi anlatır ve beni kurgun için kullanmana izin veririm."

Bu, hayatımda görüp görebileceğim en güzel yanlış teklifti ve ben heyecan içerisinde kabul ettim.

evergreen | jjkWhere stories live. Discover now