1| bu kadar huzur vericiyse sesin, hiç sıkılmadan dinleyebilirim

3K 341 153
                                    

Yağmurlu bir çarşamba günü.

Okuldan çıktığımda çiseleyen yağmur, bir anda şiddetlenmişti. Çantamı kafama siper etmiş koştururken yağmurun dinmesini beklemek için bir yerlere girmeyi düşünmüştüm. Adımlarım benden bağımsız bir şekilde tahmin ettiğiniz üzere şu çello çalışından etkilendiğim çocuğun olduğu kafeye yöneldi. İçeri girdiğimde dışarısının aksine sıcak bir atmosfere sahip olan kafe, derin bir nefes vermemi ve çantamı başımdan indirmemi sağlamıştı. Geçen gün Renjun ile oturduğumuz masaya yöneldim ve bir sandale çektim. Oturdum. Sahneye dönüktü bakışlarım. Sahne dolu değildi gerçi, birkaç sandalye ve kuyruklu piyanodan ibaretti.

Yanıma gelen garsondan bol sütlü bir kahve rica ettim. Ayrıca grubu da sordum. Bugün çalmadıklarını, sadece haftasonları çaldıklarını söyledi. Oysaki ne çok istiyordum dinlemeyi.

Sahi neydi adı? Renjun söylemişti ama aklıma gelmiyordu. Hafızam her zaman kötüydü. Hatırlamamamı gayet normal bulurken, hatırlayabilmeyi dilemiştim.

Renjun, istersem konuşamıza yardımcı olabileceğini söylemişti. Benimkinin aksine oldukça geniş bir çevresi vardı ve kolları fazla uzundu. Her zaman benim fazla asosyal olmamdan şikayet eder ve biraz daha sosyalleşmemi isterdi. Bu işlerden hoşlandığımı söyleyemem. Yalnızlığımla gayet mutluyum.

Garson olan genç bir kız kahvemi getirip başka bir isteğim olup olmadığını sorduktan sonra gitmişti. Kahvemi yudumlarken bakışlarım sahnedeydi. Sanki hâlâ karşımda çalıyormuş gibiydi. Alnından yanaklarına dökülen ve hafif bir ıslaklık bıraktığı için parlayan yanaklarının etrafına saçılmış parlak gözleri, burnu, dudakları; alnına dökülen kızıl saçları; tellerde dans eden uzun parmakları... Hepsi aklıma dolmuştu fakat bir türlü ismi konduramıyordum.

Boş verdim sonra.

Düşüncelerimle boğuşurken bittiğini fark etmediğim kahvemin parasını ödedim ve duran yağmurun verdiği güvenle evime doğru yürümeye başladım.

Yarım saat kadar yürüdükten sonra varmıştım. Kapıyı çaldım. Annem açmıştı. Nerede olduğumu sordu ve endişelendiğini belirtti. Haber vermediğim için pişmanlık duymuştum fakat ardından akşam yemeğine kadar istirahat etmeme izin verdi.

Odama girdim ve çantamı bir kenara bıraktım. Üstümdeki formaları, rahat bir kazak ve eşofman altı ile değiştirdim ve yatağıma uzandım.

Uyumadan önce aklımda ise yine o vardı.

*

Cumartesi sabahı gözlerimi erkenden aralamamın tek sebebi Renjun'di. Beni aramış ve öğlen buluşmamız gerektiğini söylemişti. Beni sosyalleştirmek istediği ile ilgili söylediği birkaç cümleyi anımsıyorum. Derin bir nefes verdim. Telefonu yatağıma bıraktım ve yüzümü ovdum. Saat henüz dokuzdu. 

Bir süre uyumaya çalıştım fakat başaramadım. Ardından ayaklandım ve sıcak bir duş aldım. Üstümü giyindikten sonra mutfağa adımladım ve bir bardak sütü mideme yolladım. Kahvaltı yapmak gibi bir adetim yoktu. Bunun yerinde midemi sıvı bir şeylerle doldurmak daimi tercihimdi. 

Dişlerimi fırçaladım ve salona gidip bir koltuğa oturup bağdaş kurdum. Elime kumandayı aldım ve televizyonu açarak birkaç haber kanalında göz gezdirdim. İlgimi çeken pek bir şey yoktu. Zaten bir süre sonra ailem uyanmış ve annemin zoruyla birkaç lokmadan ibaret bir kahvaltı yapmıştım. 

Öğlene doğru kapı zili çaldı ve boş holde geniş bir yankı yaptı. Yüzümü buruşturdum ve kapıyı açtım.

"Merhaba!" Renjun sevinçle bağırarak içeri girdi. "Hoş geldin." dedim ve ardından sarıldık. Gülerek hoş bulduğunu söyledi. Aileme selam verdikten sonra odama geçtik. Ben daha bir yere oturamadan gardırobumu açtı ve içinde bir süre göz gezdirdi. Eline birkaç gömlek aldı ve üstüme tutup geri bıraktı.

"Bir kazak ve pantolon yeterli değil mi?" Kafasını iki yana salladı ve tekrar kıyafetlere kaydı ilgisi.

"Şık olman lazım." dedi. "Buluşma ayarlayabilmek için canım çıktı."

"Neler çeviriyorsun yine?.." İç çektim. Ardından koyu hardal sarısı renklerinde bir kazak, vintage tarzında olduğunu düşündüğüm bir gömlek ile kahverengi, kadife bir pantolon çıkardı. Üstüme tuttu ve gülümsedi.  

"Bunları giy. Çabuk ol ayrıca çok vaktimiz yok." Yatağa koyduktan sonra odadan çıkmıştı. Omuzlarımı düşürüp bıraktığı kıyafetleri giydim ve üstümü süzdüm. Fena değildi. Odadan çıktım ve kapıda beni bekleyen Renjun'in bana dönmesini sağladım. Yüzünde tatmin olmuş bir ifade vardı. "Gidelim haydi." Ardından çıkış kapısına geldik. Üzerimize montlarımızı aldık ve atkılarımızı taktık. Hava çok soğuktu ve her an kar yağabilirdi. Bu yüzden gideceğimiz yerin kapalı bir mekan olmasını umuyordum.

"Nereye gidiyoruz bu arada?" diye sordum merakla. Kısaca sırıttı.

"Gidince görürsün." Nefesimi verdim ve oluşturduğu buharı izledim.

Sohbet ederek yürüdüğümüz yarım saat sonra Renjun durdu ve geldiğimizi söyledi.

"E burası geçen gün geldiğimiz kafe?" Boş boş baktım. Oyuncak bebek gibi süslemişti beni!

"Evet, hadi içeri girelim." dedi ve koluma girerek beni çekiştirdi. İçeri girdik ve ikidir oturduğum masaya oturduk.

"Ne yapacağız şimdi?" Garsona siparişlerimizi söyledikten sonra konuştum. Gülümsedi.

"Biriyle tanışacaksın, birazdan burada olur." Aklıma direkt o çocuk gelmişti. Fakat bana danışmadan böyle bir şey yapamayacağını düşünüyorum.

"Kiminleymiş?" Ortamın sıcaklığı bunaltıcı hale gelmeye başlarken atkımı ve montumu çıkarıp yanımdaki sandalyeye koydum.

"Ah! Geliyor." Kafenin kapısı açılınca bir çan öttü. Ardından kapının sürünerek kapanma sesi. Ortama huzur veren enstrüman sesi eksik. Fakat birkaç saniye sonra duyduğum selamlama sesi tüm sesleri bastırmış, hepsinden daha huzur verici, daha güzel gelmişti.

"Merhaba Renjun." dediğim gibi, o günkü çocuktu. Renjun ile sarıldılar. Ardından bana döndü ve gülümsedi.

"Minhyung galiba, değil mi?" Kafamı salladım tuhaf bir şekilde. Sebepsizce çok gerilmiş ve heyecanlı hissediyordum. Renjun'in içinden kahkahalar attığına eminim.

"Tanıştığımıza memnun oldum, ismim Donghyuck." dedi ve elini uzattı. Yavaşça ayağa kalkıp elini tuttum ve tokalaştık. Ardından oturduk.

Elim ise hâlâ titriyordu.

dayanamadım attım, umarım hoşunuza gitmiştir~

wretched // mark.hyuckWhere stories live. Discover now