•beş

1K 108 72
                                    

"Biz şimdi ne yapacağız?"

"Lastikler yoksa araba bir işimize yaramaz..." Doğukan ne tarafa gideceğimiz konusunda fikir yürütmeye çalışıyordu. "Bence o tarafa gidip risk almaya gerek yok."

"Arabayı orada bırakmayacağımı biliyor olmalısın." Murat'ın arabasına beslediği ilgi ve sevgi tartışılmazdı elbette, fakat arabadan çok kendimizi düşünmemiz gereken bir zamandaydık.

"Başlatma arabana şimdi."

"Kaan haklı, geri dönemeyiz." Damla da benimle aynı fikirdeydi ve sanırım Murat'ın bu konuda çok şansı kalmamıştı.

"Dörde karşı birsin, Murat." Gereksiz bir tebessüm etmiştim, içinde bulunduğumuz durumu tam olarak idrak edememiştim anlaşılan.

"İyi be, tamam. Ama diğer tarafa gitmemiz bu adamlardan kurtulacağımız anlamına gelmiyor."

Murat'ın cümlesinin ardından oluşan sessizlik neredeyse tüm ormanı esiri altına almıştı. Rüzgarın uğultusu ve ağaç yapraklarının sarsılması dışında hiçbir ses yoktu koca ormanda. Neden kimsenin konuşmadığını, ancak gözlerimi daldığı yerden ayırıp gideceğimiz yere odakladığımda anlayabilmiştim. Hemen ardından Kaan'ın sözleri bütün sessizliği bölmüş, ortama bir panik hali hakim olmuştu.

"Hay senin şom ağzını sikeyim."

Demin gördüğümüz adama benzeyen kıyafetler giyinmiş, ama fiziksel olarak tamamen farklı özelliklere sahip -Kaan'ın deyimiyle- başka bir cerrah tipli manyak. Bağırsa, çağırsa, konuşsa, koşsa belki de daha az ürkütücü olurdu diye düşündüm kendi kendime. Fakat bu yavaş hareketleri ve neredeyse hiçbir şekilde ses çıkarmaması beni daha fazla tedirgin ediyordu. Az önce gitmeyi kararlaştırdığımız yönde öylece dikiliyordu.

"Ne yapmaya çalışıyor?" Damla'nın sesi titriyordu konuşurken.

"Bu, bizim gördüklerimizden biri değil." Doğukan'ın sözlerinden anladığım kadarıyla en az üç kişilerdi.

"Bence ayrılalım." Murat düşüncesini dile getirmişti. "Mutlaka bir tarafı takip edecektir. Takip ettiği kişiler onu oyalar, diğer tarafa gidenler de yardıma gelir. Köşeye sıkıştırırız böylece."

"Ya diğerleri de gelirse?" Tereddüt ederek sormuştum, adam hala az önceki yerinde kıpırdamadan duruyordu.

"İşte o zaman bittik demektir."

"Damla, bu kadar negatif olman bir şeyleri çözmeyecek." Kaan da bu fikre olumlu yaklaşanlardandı. "Bence denemeye değer."

"Anlamıyorsun..." Gözleri dolu dolu olmuştu. "Dik dik bana bakıyor."

"Damla, göz teması kurma onunla." Doğukan'ın sözleri Damla'yı çok etkilememişti, hala gözlerini ayırmadan mavi elbiseli adama bakıyordu.

"Kaan, Damla... Siz benimle gelin, üç diyince sağa doğru durmadan koşacağız." Murat insanları organize etmeye çalışıyordu, herkes panik yapmıştı ve burada durmak hiçbirimiz için çok iyi sonuçlar doğurmayacaktı. Damla'nın iyice anladığından emin olmak için tekrardan cümlesini tekrarlayıp onayını aldı. "Doğu, sen de Gizem'le sola doğru."

Doğukan başıyla onayladıktan sonra Murat'ın işaret vermesiyle herkes gibi elimden geldiği kadar hızlı koşmaya çabalamıştım. Nefes nefese kalmıştım fakat arkama dönüp bakmaya cesaretim yoktu.

"Gizem, sakın durma." Doğukan'ın ses tonundaki telaşı hissetmiştim. Bizim açımızdan pek iyi şeyler olmuyordu.

"Geliyor mu?" Olumsuz cevap vermesini umarak koşmayı devam ettim, korkuyordum.

"Geliyor. Panik yapma ve sakın durmayı aklından geçirme." Panik yapma. Arkamda korku filmlerinden fırlamış bir tip beni kovalıyor ve ben panik yapmamalıyım. Teşekkürler Doğukan.

Korkumu engelleyemezdim, sadece koşabildiğim kadar hızlı koşmaya uğraşıyordum. Ya panikten, ya da bu hızlı tempodan bilmiyorum... Karnıma bir ağrı saplanmıştı. Belki o ağrıyla da koşmaya devam edebilirdim, eğer ayağım o lanet taşa takılmasaydı.

Bir anda kendimi yerde buldum. Karnımdaki ağrı yerini ayağımdaki tarifsiz acıya bırakmıştı. Kalbim sanki yerinden çıkacak gibiydi ve ne yapacağımı kestiremiyordum, Doğukan koşmaya devam ediyordu. Çok büyük olasılıkla düştüğümü farketmemişti, çünkü az önce bana da tavsiye ettiği gibi arkasına bile bakmadan koşuyordu. Ya da iyimser olmayı bırakırsak kendi canını kurtarmak daha mantıklı gelmişti ona. Her neyse, hangisini seçmek isterseniz.

Adam, Doğukan'ı takip etti. Evet, tam olarak öyle oldu. Beni es geçti ve onun peşinden gitti. Sebebini anlayamamıştım, mantıklı bir şey gelmiyordu aklıma. Sanki bu ortasında bulunduğumuz durum çok mantıklıymış gibi bir şeylerde mantık arıyordum (:D).

Bu konu hakkında düşünmeyi, güvende olduğum bi' zamana ertelemeye karar verdim. Kalkmaya çabaladım. Ayağım bana biraz sorun yaratacak gibi duruyordu, acı giderek hafifliyordu fakat bir koşu daha yapmaya hazır değildim. Dizlerimdeki çizikleri ise yok saydım.

Tek başıma kalmıştım yine. Normal şartlarda çok yadırgayacağım bir şey değildi fakat içinde bulunduğumuz durum bunu biraz ürkütücü kılıyordu. Ne yapacağımı bilmiyordum. Diğerleri biriyle daha karşılaşmadılarsa -ki böyle varsaymak içimi rahatlatıyordu- güvendelerdi. Zaten onları bulmaya çalışmak çok iyi bir fikir gibi durmuyordu. Nerede bulacağımı bile bilmiyordum ki.

Bir türlü sakinleşemediğimi farkettim. Hala ellerim titriyordu, mantıklı düşünemiyordum. Ne yapmam gerektiğini bilmiyordum. Derin bir nefes aldım, tek yapmam gereken Doğukan'a yardıma gitmekti. Kendime güvenmeye çalıştım biraz. Dikkatini falan dağıtırım diye düşündüm, olur ya bu iş. Yani, filmlerde hep öyle oluyor.

Onları gözden kaybettiğim yere doğru yürümeye başladım. İçimde rahatsız edici bir huzursuzluk vardı. Doğu'nun ne tarafa gittiğini bile bilmeden yürümeye devam ediyordum ıssız ormanda. O kadar tedirgindim ki en ufak ses duysam ne yapacağımı şaşırırdım muhtemelen.

Parıltısı gözümü alan güneş, yemyeşil ağaçlar, bir ağacın dalındaki küçük kuş yuvası... Daha normal bir günde olsaydık, muhtemelen bir kenarda oturup bulutları izlemek isterdim. Sonrasında da belki resim  yapardım. Kuş yuvasındaki bir iki yumurtayı kesin eklerdim, küçük detaylar hoşuma gidiyordu. Doğayı çizmeyi de çok sevmezdim aslında, renklendirilmesi gereken çizimler pek bana göre değildi. Yine de bu manzarayı yansıtmaya çalıştım zihnimdeki tuvale. Yeşilin her tonu, biraz sarı, kahverengi de gerekecekti. Peki ya kızıl... Bir dakika... Kızılın burada ne işi vardı?

Ağacın kabuğunda bir kızıllık farketmiştim. Hayır dedim kendi kendime, düşündüğüm şey olmamalı. Fakat yanılmıyordum, bu kırmızı sıvı kandan başka bir şey değildi. 

Sanırım... Sanırım biraz geç kalmıştım.

Kan LimitiWhere stories live. Discover now