•dört

1.8K 152 110
                                    

Fakat yeşilliklerin arasına baktığımda karşılaştığım görüntü beni dehşete düşürmüştü, çığlık atmamak için elimle ağzımı kapatmıştım.

Doktor kıyafeti giymiş bi' adam... Hani şu açık mavi olanlardan. Kafası zaten kanlar içinde, önlüğünün de bir kısmı aynı koyu bordo sıvıyla kaplanmış... Daha da ürkütücü olanı ise elinde kanlı bir bıçak.

Diğerlerinin farkettiğini sanmıyordum, kendi aralarında bir şeyler anlatıp gülüşüyorlardı. Ne dediklerini o an algılayamıyordum, adam git gide yaklaşıyordu ve ben olduğum yerde donup kalmıştım. Doğukan ve Murat hala ortada yoktu, bıçaktaki kanı gördükçe aklıma daha da kötü düşünceler yerleşiyordu.

"Kaan..." Diyebildim kekeleyerek.

Yüzüme bakınca kahkahası biraz daha kuvvetlendi:

"Hiçbir kız cazibeme dayanamıyor, işte bu da donup kaldı." Her zamanki esprilerini yaparken yaklaşmakta olanın farkında değildi.

Adam bize doğru gelirken bir anda dönüp arabaya yönelmişti. Olan biteni görüyordum ama ne yazık ki tepki veremiyordum. Arabayı çalacağını düşünmüştüm, hırsızlık kelimesi üstündeki mavi doktor önlüğüyle bir tezat oluştursa da arabaya doğru gidişi aklımda sadece basit senaryolar canlandırıyordu. Fakat elindeki kızıla boyanmış metali arabanın lastiğine defalarca batırıp çıkarınca anladım ki bu ürkütücü adamın lüks sayılabilecek bi' arabayı çalmaktan çok daha büyük planları vardı.

Artık onu farkeden tek kişi ben değildim, Kaan'ın ettiği kısık sesli küfrü işitebilmiştim ve tabii ardından Damla'nın koşmamızı söyleyen telaşlı sesini. Kendimde değildim, ne yaptığımın farkında da değildim. Bir anda Damla'nın peşinden koşarken buldum kendimi... Nereye gittiğimizi bilmiyordum, onun da bildiğini hiç sanmıyordum. Arkama hiç bakmadım, arkadan gelen ayak seslerinin sadece Kaan'a ait olmasını umdum koşarken. O adamın peşimizden gelmemesini istedim, belki de çok kötümser davranıyordum fakat adamın o hali bana korku filmlerindeki kurnaz katilleri anımsatmıştı.

"Tamam yavaşlayabiliriz artık, gelmiyor." Damla nefes nefese kalmıştı, onun bu kadar iyi koşabildiğini bilmiyordum.

"O neydi öyle?" Kaan'ın da en az benim kadar korktuğu gözlerinden anlaşılıyordu. Cidden, o neydi öyle?

"Muratlar nerededir? Geri dönerlerse ve bizi bulamazlarsa ne olacak?"

"Geri döndüklerinde adamın orada olmayacağını ümit etmek en doğrusu." Sesim titriyordu, olanlara mantıklı bir açıklama getiremiyordum.

"Geri dönerler, değil mi?" Damla biraz karamsar davranıyordu, bıçaktaki kan onu da benimle aynı düşünceye itmiş olmalıydı.

"Hay sikeyim böyle işi." Yerdeki taşa bir tekme savurmuştu. "Bok vardı telefonları attınız, al işte..."

"Burada durmanın bi' manası yok, yürümeye devam edelim. Arabayla nereye gidecektik?" Doğukanlar eğer olanları farkettiyse, gitmeye çalışacakları yer orası olabilirdi.

"Benim eski bir tanıdığın yanına. Avcı kulübesi var. Arabayla bile gitsek buradan en az üç saat sürer, oraya yürüyerek varmamız imkansız."

Son kelimelerini neredeyse duyulamayacak bir ses tonuyla söylemişti Kaan, yüzünde ise yine aynı telaş vardı. Kocaman açtığı gözlerini odakladığı yere bakıp bakmamak arasında tereddütde kalmıştım. Bizi orada bekleyen şeyi görmeye hazır olduğumu düşünmüyordum.

Bir çıtırtı duymamla beraber refleks halinde arkama dönmüştüm. Çalılar... Kıpırdıyordu.

Kaan'ın kısık sesle bi' küfür savurduğunu işitmiştim. "Araya sıkıştırıldık."

"Halledeceğim." Ne yapacağımı bilmiyordum, sadece bir odun parçası kestirmiştim gözüme.

"Bok halledersin."

"Ya bunlar bizden ne istiyor ki!" Damla'nın sesine de tıpkı bizimki gibi korku hakimdi.

Ne olursa olsun şansımızı denemek zorundaydık, kimsenin bilmediği bir yerde belki de bir mezarım bile olmadan ölüp gitmek istemiyordum. Hayır, böyle olamazdı. Az önce sarsılan çalılıklara baktım önce, sonra da yerdeki dal parçasına. Bu hissi biliyordum. Daha önce kardeşimi korumak için yapmıştım, şimdi de arkadaşlarım için... Kesinlikle, halledebilirdim. Yani en azından... Bayılsa bile biz buradan uzaklaşmak için yeterli vakti bulabilirdik. Halledebilirdim. Halledecektim.

Odun parçasını iki elimle sertçe kavradım ve diğerlerine sessiz olmaları gerektiğini belirten bir işaret yaptım. Ses çıkarmadan, usulca yeşilliklerin arkasına yanaşmıştım bir anda.

İçimden saymaya başladım.

Bir...

İki...

Üç demeye fırsat bulamadım. Sanırım birileri benden daha hızlı davranmıştı.

"Şimdi siktim belanı." Oldukça güçlü bir çift kol, sıkıca tuttuğumu sandığım kütüğü elimden bir hamlede almış; beni ise apayrı bir kenara savurmuştu.

Bir saniye, bir saniye... Bu sima gözüme hiç de uzak gelmiyordu.

"Doğukan?"

"Gizem!" Beni gördüğüne şaşırdığı her halinden belliydi. "Ben şey sandım, sen olduğunu bilmiyordum. Ç-çok özür..."

"Biliyorum, ben iyiyim." Kırığın daha ileri seviye bir durum olduğunu bilmesem birkaç kemiğimin kırıldığını düşünebilirdim. Her şeyi çok abartan biri değilimdir fakat omzum gerçekten çok acıyordu.

Kaan ve Damla da buradakilerin onlar olduğunu görünce derin bir nefes aldılar önce, fakat gözleri benim de daha sonra farkettiğim kanlı bandaja takılmıştı. Murat'ın kolu pek iyi görünmüyordu.

"Cerrah tipli bir manyak?"

"Tam iki tane." Doğukan cevaplamıştı Kaan'ı.

"Murat sen iyi misin?" Damla'nın göz yaşlarını zor tuttuğunu anlayabiliyordum.

"H-hayır önemli bir şey yok, iyiyim ben."

"Sadece bıçaklandın canım, ne önemli bi' şey olacak." Kaan her zamanki gibiydi, durum her ne olursa olsun konuşma şekli aynıydı. Farklıydı ve ben bu farkı seviyordum. Gülümsedim.

"Biz ormandayken saldırdılar, ne yapacağımızı bilemedik."

"Çok ucuz atlattık." Murat Doğukan'ı tamamlamıştı.

"Biz daha ucuz atlattık." Ekledi. "Tabii arabanın tekerlerini saymazsak..."

"Kaan, lütfen tek kaçış yolumuzun da yok olmadığını söyle bana." Eliyle kanayan bandajını sabitlemeye çalışıyordu fakat yüzünde acıya dair en ufak iz yoktu. Murat çok fedakar bir insandı, onu tanıdığımdan beri bu böyleydi.

"Tek kaçış yolumuz da yok o..."

"Buradan uzaklaşmamızı engellemeye çalışıyorlar, lastiklerimizi patlattılar." Damla telaşlıydı. Fazlasıyla haklıydı ve şuan için elimizden gelen pek bir şey yoktu.

"Biz şimdi ne yapacağız?"

Kan LimitiWhere stories live. Discover now