•üç

2K 151 76
                                    

Uyumakla uyanmak arasında bir evre vardır ya hani... Bazı sesler duyarsın, fakat gerçek mi değil mi anlayamazsın. Zihnin sesleri rüyana göre uyarlar, gerçek dünyaya bir pencere açılır ama o pencereden dışarı çıkmak senin elinde değildir.

"Güvenli olduğundan emin misin?" Biraz daha tok bir sesti bu, oldukça telaşlı tok bir ses.

"Aslına bakarsan değilim, ama çok bir seçeneğimiz yok. Deneyip göreceğiz."

"Kaan sen iyi misin? Nasıl bu kadar rahat olabiliyorsun anlayamıyorum."

Kulağa çok da yabancı gelmeyen bu ses tonları kendi aralarında küçük çaplı bir tartışma yaşarken zihnimin bunu görmezden gelmeye çalıştığını hissettim. Başımın ne kadar ağrıdığını o an farkedebildim, bu çok sinir bozucuydu.

Göz kapaklarımı artık kontrol edebiliyordum. Murat'ın sırf marka diye arabasına taktığı iç karartıcı koltuk kılıfları, karşı koltukta uyuyan Damla'nın bedeni, koyu renk filmli camlar, boğucu araba kokusu... Burada ne işim vardı? Bir an düşünme yetimin zayıfladığını hissettim, bunu farketmek bile beni deli ediyordu.

"Murat, arabayı durdur." Sadece temiz hava almak istiyordum. Adı 'limon' olarak geçen ama kokusu limondan başka her boka benzeyen bu araba kokusundan nefret ediyordum.

"Demek uyandın sonunda." Çok güzel bir ses tonu... Başımı yaslandığı omuzdan kaldırıp yüzüne baktım, Doğukan.

"Sen de mi buradasın? Biz neden buradayız?" Bir şeyler yeni yeni aklıma gelmeye başlıyordu. "Ben neden buradayım!"

İki Haziran, benim küçük kardeşim, Çağla, onun hiç de doğal olmayan aptal kahkahası, mezarlık... Her şey bir anda aklımda belirdi, baş ağrım biraz daha şiddetlendi. "N'olur, ne olur bana çok uzaklaşmadığımızı söyleyin."

"Çok uzaklaştık." Kaan yanıt vermekte gecikmemişti.

"Döneceğiz." Dönsek bile yetişebilecek miydik, bu düşünce beni deli ediyordu. Benim küçük kardeşim... Beni bekleceğini biliyordum.

"Dönmeyeceğiz Gizem, kendine bunu yapmana izin vermeyeceğiz." Murat'ın ses tonu önceki kadar endişeli değildi, sanırım Kaan'ın deneyip görme fikrine olumlu yanaşıyordu artık.

"Ama..."

"Aması falan yok, şehirden çoktan çıktık bile." Doğukan sözlerimi bölmüştü. "Birazdan güneş doğacak, iş işten geçti artık. Dönsek de yetişemeyeceksin." Yüzümün düştüğünü hissettim, o ise konuşmasına devam ediyordu. "Eğer geri dönersen, bir daha asla kardeşini ziyarete gidemeyeceksin. Seni o hapishaneye sokup ölene kadar çıkarmazlar. Duyuyor musun beni?" Başımı salladım, birkaç damla yaş yanağımı ıslatıyordu.

"Eğer dönmek istiyorum dersen, akşama doğru orada olmuş oluruz. Karar senin."

"İstemiyorum."

• • •

Git gide yollar bozuluyor, yollar bozuldukça araba daha da sarsılıyordu. Birkaç saat sonra ormanı andıran büyük ağaçlar iyice sıklaşmaya başlamıştı.

Araba biraz daha gittikten sonra sonunun uçurum olduğunu farkettiğim bir düzlükte durdu.

"Doğu'yla çok kısa bir işimiz var. Burada bekleyin." Murat aniden durduğumuz için açıklama gereği duymuştu.

"Çok kısa bir iş?" Damla duygularıma tercüman oluyordu, böyle bir dağ başında kimin ne işi olabilirdi? Doğukan kafamızın karıştığını anlayıp açıklama gereği duymuştu:

"Arkamızda delil bırakmak istemeyiz." Sanırım ne demek istediğini anlamıştım, ikisi benim arkamı toplamaya çalışıyordu. "He bu arada, ne olursa olsun arabadan çıkmayın."

"Sen rahat ol, bu ormanda kaybolmak sanırım en son isteyeceğim şey." Kaan ile aynı fikri paylaşıyordum, buraya gelene kadar ne kadar karışık yollardan geçtiğimize bizzat şahit olmuştuk. Kaan'ın sözlerinin ardından Doğukan ve Murat çıkıp gittiler.

"Gizem sen de neymişsin kızım be, yıllardır yapamadığımı sen yapmışsın." Kaan, Çağla'yı kasteden sözlerinden sonra gülümsedi, yapacağından değil de sadece ortamdaki ciddiyet dağılsın istiyordu. Cevap vermedim.

Bagajdan gelen seslerden anladığım kadarıyla şuan onu dışarı çıkarıyorlardı, muhtemelen bu civarda bir yerlere gömeceklerdi. Benim için katlandıkları şeyler kendimi iyi hissettiyordu ama bir o kadar da üzülmeme sebebiyet veriyordu. Bir günde o kadar insanın başını belaya sokmuştum ki... Bu his beni fazlasıyla rahatsız ediyordu.

Damla düşüncelerimi böldü, bu iç karartıcı his bir an da olsa dağıldığı için sevinmiştim.

"Ben... Hayatımda hiç güneşin doğuşunu izlemedim." Eliyle dağların ardından belirmeye başlayan kırmızı ışığı işaret ediyordu.

"On dokuz yıl boşa yaşamışsın sen kızım." Kaan'ın sırıtarak söylediği, çok da ciddi olmayan sözlerine bozulmuştu biraz Damla.

"Beraber izlemeye ne dersin?" Onu neşelendirmek istemiştim, biz her şeyi beraber yapardık Damla'yla. Ben ilk kez bir konsere onunla gitmiştim, ilk kez yurt dışına onunla çıkmıştım, aklınıza ne gelirse... Her anımda yanımda o olmuştu.

"Gizem sen çok iyi bir dostsun, biliyorsun değil mi?" Gülümsedim.

"Gel buraya." Bu bizim için çok farklı bir diyalog değildi; ne zaman küsersek küselim, birimiz bu lafı söylediğinde diğeri gelip sarılırdı ona. Ben Damla'yı gerçekten çok seviyordum.

"Kızlar, bu ultra romantik anınızı bölmek istemezdim fakat şunu söylemeliyim ki..."

"Kaancım, bizi salmayacağını söylemene gerek yok. Çünkü seni dinleyen olmayacak." Damla'nın sözlerinden sonra birbirimize bakıp gülmüştük.

"İyi be, ben de geliyorum o zaman."

Kaan'ın da ufak çaplı planımıza dahil olmasının ardından kapıları açıp dışarı çıkmıştık. Damla uçurum denilebilecek yükseltinin kenarına oturup eşsiz manzarayı izlemeye dalmıştı çoktan. Kaan ve ben de onun yanındaki yerimizi aldık.

İlk önce beliren kırmızı rengin yerini yavaşça pembe ve mor tonları alıyordu. Mor... Kesinlikle en sevdiğim renkti. Lise yıllarının ilk zamanları tüm okulda 'mor saçlı kız' olarak anılmak bile mora yüklediğim anlamları yıkmaya yetmemişti.

"Kaan, Damla'yla bir fotoğrafımızı çeker misin?" Kaan'ın cevap vermesini beklemeden ceplerimi karıştırmaya başlamıştım. Evet, büyük bir eksiklik vardı.

"Biri ona gerçeği söylemeli." Kaan kahkahasını tutamamıştı. "Telefonları attık biz." 

"Attınız?"

"Valla hiç bana dik dik bakma, Murat'ın fikri. Hedef şaşırtmaca falan filan... Geldiğimiz yola ters bir yere bıraktık. Nereden baksan on bin lira çöp." Paraya değer veren biri değildi Kaan, hiçbirimiz değildik. Fakat eğer peşimizden gelmeye çalışacak insanları farklı yöne yönlendirmek istiyorsak bunu daha az maliyetli bir şekilde çözebilirdik. Kimliğimizi veya herhangi kişisel bi' eşyamızı atmak gibi.

"Saçma." Damla da Kaan gibi benimle aynı fikirdeydi.

Gökyüzü renkli halini yitirmiş, o renk cümbüşü yerini mavinin açık tonlarına bırakmıştı. Hava tam anlamıyla aydınlanmıştı. Doğukanların hala neden gelmediğini düşünürken arkamızdaki çalılıklardan ayak sesleri işitmiştim. Arkamı dönene kadar da gelenin onlar olduğunu düşünüyordum. 

Fakat yeşilliklerin arasına baktığımda karşılaştığım görüntü beni dehşete düşürmüştü, çığlık atmamak için elimle ağzımı kapatmıştım.

Kan LimitiWhere stories live. Discover now