1.Bölüm:HAYATIN VAHŞETİ

3.1K 59 8
                                    

{Küçük kız bir elma istemiş o gün. Kan renginde , koyu kırmızı. En yüksek dalda duruyormuş hayali.
Tüm parlaklığıyla.
Dayanamamış küçük kız minnacık ayaklarını kanata kanata başlamış dallara tutunmaya. Kalbi kapkara babası gelmiş o sırada. "Düşersin."demiş kızına bakıp. Masum masum bakmış kocaman gözleriyle kız. Gülmüş sonra gamzesini gösterip. "Tutarsın kahramanım!"
Sonra atlamış babasının kollarına. İlk çakılışı olmuş o. Dizleri değil kalbi kanamış , yanaklarına değil içine akmış gözyaşları.}

》《

Bu hikaye tüm kırık çocuklara gelsin. Kırık olsak bile çocuk kalmamız için gelsin. Buraya rica ediyorum başladığınız tarihi yazın.

İyi okumalar 🍃

Saat 04:32.
Saat 06:32..
Saat 08:32...
O gittiğinde saat kaçtı ki?
Gelmeyecek...
Kalbi kırılır insanın. Nasıl olur bilinmez ? Birisi gelir ve kırar kalbini. Kimi zaman yaptıklarıyla , yapamadıklarıyla , susutukları veya bağırdıklarıyla. Kimi zaman eylemleriyle. Bir sarılışı , terk edişi , tokat atışı...

Düşünürler mi peki karşılarındakini? Hala yaşıyor mu o diye...
Bedeni buz tutar insanın kalbi kırılınca. Atmaz , durur nabzı. Gözyaşları tuzlu değil kanlı akar artık. Mor rengi dudakları içten kelime söyleyemez . Ruhu acır , ruhu yaralanır , ruhu ölür...

"Ferdaaaa!" Annemin desibeli yine artıyordu işte.
Yavaşça kalktım yatağımdan. Günlüğümü de yastığımın altına geri koydum. Ruhumdu benim o , gömemediğim ölü ruhum.

Parke soğuktu , ya da benim parmaklarım. Kapıyı açtım yavaşça. Bu kokuşmuş evde ne kadar dikkatli olursan ol gıcırdıyordu bir yer illaki.

Annem dış kapının önünde bekliyordu. O soğuk gözler , mesafeli değildi o güne kadar. Saçları dağınık bir topuz , gözleri kan çanağı... " Hadi kilitle kapıyı kızım , Narin' e de hazırla kahvaltı. Ben işe gidiyorum. "

Yavaşça aşağı yukarı salladım başımı. Görmedi bile belki beni. Boş bakıyordu gözleri. Sahi terk edilen bir kadın nasıl bakabilirdi ki?

Kapıyı kapattım arkasından. Sonra kutu gibi evimizde iki adımda vardım mutfağa. Biraz peynir , iki dilim ekmek. Süt de koyup bardağa masanın üstüne bıraktım.

Diğer odanın yolunu tuttum sonra. Narin kundaktaki bebek gibi örtünmüştü yorgana. Kendini saklıyordu, koruyordu belki de bu dünyadan.

"Hadi Narin , kalk ablacım artık."
Melül melül baktı bana. Daha küçücüktü benim kardeşim. Bu dünyanın derdini almak sırtına zor gelirdi. Taşıyamazdı ki. Hangi beden taşıyabilirdi?

Dediğimi ikiletmeden kalktı ve banyoya gitti. Ardından yatağını topladım ben de . Hafif açılmış gözlerle geldi sarıldı "Günaydın abla." dedi. Evet , belki taşıyamazdı bedenlerimiz dertlerimizi , ama yeterdi işte bir sarılma bir güzel kelime bir tatlı bakış. Sırf bunun için katlanılırdı ...

Yemeğini yiyip okula gittikten sonra ben de sofrayı topladım. Yarım saatim vardı. Kendimi toplamam , arınmam , temizlenmem için sadece yarım saat...

Duş aldıktan sonra hızlıca giyindim , çantamı da sırtıma takıp kliniğin yolunu tuttum. Küçük bir psikolog kliniğini temizliyordum , sonra da yarım gün garsonluk. Başka da ne iş verirlerse.

İki sokak ötedeydi klinik. Hızlandırdım adımlarımı. Kimsenin betondan başka bir şey görmediği bu dünyada ben de gözlüklerimi takıp vazgeçtim adaletten. Sekiz yaşında bir çocuk ayakkabı boyuyordu sağımda , seksen yaşında bir amca parkta yatıyordu şuan. 17 yaşımda ben okul zamanında işe gidiyordum.

Soğuk genzimi yaktı. Belki de yaşadığımı hatırlatan nadir şeylerden biriydi bu. Yutkunduğumda acı bir tat geldi ağzıma. Yaşanmışlıkların , kırılmışlıkların acısı.

Kliniğe girmemle yüzüm yumuşadı. Sıcacıktı burası. Samimiyetsiz , maskeli ama sıcacık. Hemen üstümü değiştirip temizlik malzemelerini aldım. Sevde Hanım'ın odası boştu. Oradan başladım temizliğe. Yerleri silerken topluyordum kırılan kalbimin parçalarını da. Her bir parça önce bedenimi sarsıyordu acıyla , sonra büyük bir gürültüyle düşüyor en sonunda sanki zarar vermemiş gibi yok olup gidiyordu.

Büyük bir şiddetle açılan kapıya bakarken gözlerim şaşkınlıkla açıldı. Bir adam sorgusuz sualsiz açmıştı kapıyı ve oturmuştu koltuğa. Gözleri gözlerime değmeden "Otur!"dedi. Sesi bir emirdi , gözleri uçurum.

"Be...Ben sadec..."
"Sana otur dedim..!" bir anda bağırdı.Sinmiştim. Bir kedi yavrusu gibi oturmuştum karşısına. Kalbim ağzımdaydı , gözlerine bakmıyordum. Ellerimi acıtarak ovuşturuyordum. Kapıya benden daha yakındı , kaçmaya çalışmak büyük bir aptallıktı.

"Yapamıyorum... Ben " doğru kelimeyi arıyor gibiydi " Bana kafamdaki bu sikik sesleri susturacak bir ilaç verin." Aniden bakışlarını üzerimde hissettim. Gözlerimi kaldırmamak için kendimle savaşıyordum. Ben hiçbir savaşta galip olmamıştım ki.

Yeşilin en koyu tonu , alıverdiğine karanlıktı gözleri. Bir ışık kırıntısı bile yoktu. Bedenim korkuyla sarsıldı. Saçları darmadağınık , kendi özgürlüklerini ilan etmişlerdi. Göz altları hafif mor , ağır gelmiş göz kapakları sonuna kadar açıktı. Ellerindeki damarlardan akan oluk oluk kan benim korkularıma can veriyordu.

Beklemekten sıkılmış bir tonda " Sana diyorum. BANA BİR İLAÇ VER !" Gözleri irislerimi delmişti. Sanki dilimi yutmuş gibi umarsızca titriyordum. Soğuk bedeni yavaşça havalandı ve koltuğun yanına gelip sıkıca kolumu tuttu. Canımın acısıyla karışan hafif iniltim onun umrunda bile olmadı. " Sızlanmayı kes ve dediğimi yap. Olacaklardan ben sorumlu değilim."

Ne yapmalıydım ?

Düşüncelerimle dolu kafes açılmış , her biri benden izinsiz uçmaya başlamıştı. Aklım savaş alanıydı buna rağmen kalbimin gümbürdeyen sesini bastırmayı başaramıyordu.
Gözlerim naifçe kapanırken , bedenimi tutmakta zorlandım. Burnum deniz tuzu kokusuna sarılırken bedenim artık ayaklarım tarafından taşınmıyordu.

Umarım beğenmişsinizdir... Eğer bir şans verip okuduysanız size çok teşekkür ederim. Nice birlikte bölümlere 🍃

FerdaWhere stories live. Discover now