last ep//little sun in my world

232 31 18
                                    

29 Nisan

Ağzına dolanan şarkıyla birlikte gülümsüyordu, işaret ve baş parmaklarının arasındaki sigaradan bir nefes çekti. O günden beri Yoongi'yi görmemişti, kokusu sadece elindeki sigaradaydı. Onun daha iyi olduğunu düşünüyordu, veya sadece kendini kandırıyordu. Karşısında Taehyung'la yiyişen arkadaşına baktı, üzerlerine çerez atarak keyiflerini bozmak istiyordu. Ve Park Jimin, isterse yapardı. Önündeki kaseden bir fıstık alarak tam da Jungkook'un kafasına nişan aldı, tek gözünü kapatarak birkaç kez kolunu ileri-geri salladı. Tutturacağını hissettiğinde fıstığı fırlattı, bam, tutturmuştu! Tam da birbirlerinin dudaklarına eğilen ikili neye uğradıklarını şaşırarak Jimin'e döndüler.

"Küçük Jeon, keyfinizi mi bozdum ya?" kahkahalarla gülerken karnını tutuyordu, sarhoş olmuştu. Ona doğru bir fıstık fırlatmaya hazırlanan Jungkook'u Taehyung tutmuştu. "Bırak," demişti, "uzun zamandan sonra ilk defa sarhoş oldu, bırak da tadını çıkarsın." eh, halden anlayan çocuktu doğrusu. Omuz silkerek arkasına yaslandı Jungkook, bu seferlik bir şey yapmayacaktı.

"Sen bir ayıl, bakirliğini alacağım senin ufaklık!" ona kaşlarını çatarak bakan sevgilisini görünce toparlamaya çalıştı, "Yani şey, fıstıkla, fıstık sokacağım bir taraflarına."

Onu takmadan kafasını sallayan Jimin'e dil çıkarıp tekrar önüne döndü. Bu sırada ufaklığın gözü de saatteydi, bu gece sahne alacaktı. Yerinden sallanarak kalkıp sahneye doğru ilerledi, övünmek gibi olmasın ama onun sahne aldığı günler bar daha kalabalık oluyordu. Sarhoş olduğunu fark eden müzisyenlerden biri mikrofonun önüne sandalye koymuştu, bunu fark ettiğinde müzisyenlere dönüp abartılı bir şekilde önlerinde eğilerek teşekkürlerini sundu. Kibar çocuktu, evet ama sarhoş olunca daha bir kibarlaşıyordu. Birkaç kelime etmek istemişti mikrofona eğilerek,

"Merhaba millet," en güzel gülümsemesini takınarak gözlerini kapattı, onu dinleyenleri görmediğinde daha iyi hissediyordu, "Fark ettiyseniz bu gece epey bir sarhoşum," kıkırdadı, aklı başında bir sarhoştu o, "Çünkü Tanrı ve gece beni en çok sarhoşken seviyor." insanlar ne dediğini anlamasa da sarhoşluğunun yanında bir de duygusal olduğunu fark etmişlerdi, "Ah, bir de Tanrı dileklerimi ben sarhoşken kabul ediyor, bu gece hepiniz benim adıma bir dilek dileyin lütfen!"

Kendisi de ufak bir dilek diledi, güneşi olabileceği bir gece istiyordu.

Biri daha aynı dileği dilemişti o sırada, gecesine bir güneş.

Arkaya dönüp ufak orkestraya söyleyeceği parçadan bahsetti, notaların onlarda olduğunu öğrendiğinde fazlaca mutlu olmuştu. "Bu şarkıyı seviyorum, dileğimi seslendiriyor sanırım." hala kapalı olan gözlerini açarak şarkıya girmek istedi fakat gözleri ona takılmıştı. Arka tarafta, Yoongi onu izliyordu. Şimdi Jimin'e bir yabancıydı o, gözleri dolan çocuk elindeki mikrofonu bile zor tutuyordu.

'Senin,
derinlerinde bir yerde buldum, sımsıkı sarılacak, karışacak köklerimiz.'

Gözleri o yabancıya takıldı tekrar, Tanrı şahidi olsun ki o an aklını kaybetmediyse bir daha kaybetmezdi.

'Görmek, beraber olmak seninle,
çok güzel belki ama düşlemek bambaşka.'

Görmek, gözleri onu aramıştı hep; beraber olmak, umrunda değildi.
Düşlemişti, günler ve dahi geceler boyu,
evet, evet bambaşkaydı gecelerini süsleyen düşü.

'Tenin,
Almış beyazlığını aydan, saçlarının rengi geceden,
bundan geceye sevdam.'

Beyazdı, ay kadar ve siyahtı geceden daha koyu saçları.
Gecelerini sevmişti sahi, ona aşık olmanın en çok gecelerini sevmişti.
Öyle hoştu, öyle kırgındı ki sesi, bir aralık herkes ağladığını sanmıştı.

'Sen örtersen benimle kalbini, al aklım gibi hissini,
Al çünkü özlüyorum.'

Özlüyordu da, çok özlüyordu.

Özlüyordu ama dile getiremiyordu bunu, kendisine bile yalan söylüyordu.
Boğazına takılan kelimeler vardı, gözyaşlarından kayıp giden duyguları gibi.

Park Jimin, devam edemedi,
Min Yoongi, onu engellemişti.

Arkada oturan genç hızlı adımlarla sahneye çıktı, kimse onu tutamamıştı. Sandalyede oturan çocuğu kaldırıp hızla dudaklarına kapandı, hiç düşünmemişti bile. Sonunda ne olacağını, ne yapacağını hesaba katmadan öpmüştü. O an, ne Yoongi ondan gitmek istiyordu, ne de Jimin. Kollarını boynuna dolayan ufaklığın beline sarılıp daha çok çekti kendine, dudaklarının arasındaki tuzlu tadın dışında bir de sigara tadı vardı. Kimseyi görmüyorlardı, Tanrı tekrar iyi günündeydi. Yavaşça birbirlerinden ayrıldılar, nefesleri birbirine karışıyordu.

"Güneş," elini sırtında gezindirdi küçüğün, "geceme girmesi gereken bir küçük güneş, bir böcek, bir de güzel çocuk var." alınlarını birbirine yaslayarak gözlerini kapattılar.

Sahi, Tanrı çıldırmış mıydı?
Tch, sadece duygusuz değildi.
Tanrı da severdi, öyle severdi ki, böylesine güzel bir duyguyu paylaşmak için yaratmıştı insanları.

Jimin dudaklarını yalayarak sırıttı, alkol dışında aldığı o eşsiz tat vardı.
"Çilek," dedi her zamanki gibi, "Çilek ve sigara."
Bir daha sigara içmeyecekti.

Güzeldi şimdi, her şey güzeldi.

Hayat severken, dilek gerçekleşirken güzeldi.

Park Jimin, en çok gece güzeldi.

Min Yoongi, en iyi güneşini severdi.

Çilek, en iyi sigarayı süsler, siyah en çok ay tenli sevdiğine yakışırdı.

O gece ortada dilenen bir gece bir de güneş vardı,

bir de bunları dileyen iki sarhoş adam.

O günden sonra, artık Yoongi ufak bir gece, Jimin ele avuca sığan bir güneşti.

__________
Hehueheueheue, kitap bitti.
Evet, evet evet ben de sizi seviyorum. Jimin'in söylediği şarkının adı, ay tenli kadın.
Biiir sonraki kitapta buluşalım. -bir sır vereyim, yazmaya başlamış olabilirim.
Yayınlar mıyım bilmiyorum, birkaç konu ve taslaklar var.
Bu kitapta böyle ufacık, minicik, kısacık bir şey olsun istedim. Bir çırpıda yayınladım, çünkü unutkan bir insanım, unutmak istemedim. Neyse, neyse uzatmıyorum ve size kalpler bırakarak gidiyorum.

strawberries n cigarettes | yoonminHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin