29. Bölüm NİKAH part2

11.8K 1.1K 99
                                    

Behiye, kızının söylediklerine inanamıyordu. Mehmet'in ne kadar acı çektiği yüzünün her santiminden okunurken Nilda'nın da en az onun kadar acı çektiğini biliyordu. Bu kadarı fazlaydı. Tam müdahale edecekken, Nilda annesine sen karışma der gibi bir bakış attığında konuşamadı. Bu kız kime çekmişti böyle? Ne kendisi ne de Reha'sı bu kadar inatçıydı.

Mehmet, sevdiği kadının bu kadar acımasız olduğuna asla ihtimal vermemişti. Onun Nilda'sı böyle değildi. Sağ avucunun içinde tuttuğu, ucunda siyah gül olan kolyeyi tüm gücüyle sıktı. O an öyle bir ateşle kavruluyordu ki, elini kanatan metalin canını acıtmasını umursamadı bile. Sevdiği kadını, yaptığı kötülüklerle sonsuza kadar kaybetmişti. Üstüne bir de onun başka birisiyle yeni bir hayat kurması, hakkı varmış gibi zoruna gidiyordu. Oysaki Nilda'ya anlatmak istediği o kadar çok şey biriktirmişti ki! Onu ne çok sevdiğini, yokluğunda nasıl öldüğünü, nasıl özlediğini... Günlerce anlatsa bitiremezdi. Fakat onu Akif'le yan yana gördüğünde söyleyeceği her şey anlamını yitirmişti. Dolan gözlerinden utanmadan, içinde fırtınalar koparken sevdiğinin bal rengi gözlerine son kez baktı. O an öleceğini, son nefesini vereceğini hissetse de gitmemekte direten ayaklarına rağmen çatlayan sesiyle, "Her şey gönlünce olsun," diyerek arkasını döndü, düşen omuzlarıyla ağır ağır adımlamaya başladı. Bundan sonra Nilda yoktu. Geleceğe dair umut yoktu. Mutluluk ise hiç olmayacaktı.

Nilda'yı ardında bırakarak, bahçe kapısına yaklaştığında durdu; kanayan kalbini dinledi. İçinde öyle çok duygu vardı ki... Kırgınlık, hayal kırıklığı, pişmanlık, öfke... Evet, öfke daha baskındı. Daha önce saçma düşüncelere kapılarak onu ikna etmek için kapısına dayanmadığına pişmandı. Bu nedenle de öfkesi sadece kendineydi. Geç kalmıştı. Gerçi Nilda onu sevseydi başka birisini tercih eder miydi? O an, uzun zaman önce onu terk eden iç sesi devreye girdi. Hak ettiğini yaşıyorsun, Mehmet! Hayatını mahvettikten sonra sana döneceğini mi sanmıştın? Madem bu kadar seviyorsun, bencilliği bırak! Bırak da sevdiğin mutlu olsun. Seven adama bu yakışır. Kulaklarında yankılanan ses, sözleriyle yüreğini dağlasa da haklıydı. Bencildi. Kendisi ilelebet sürecek bu acıyla yaşayacak olsa da Nilda mutlu olmayı hak ediyordu. Son kez arkasını dönerek, kederli gözleriyle sevdiği kadına sessizce vedasını yapıp, kapıdan çıktığında Nilda sarsıldı. Birkaç dakika öncesine kadar zehir akıtan dudaklarından tek bir kelime çıktı. Ondan geriye kalan boşluğa bakarak fısıldar gibi, "Gitti..." dedi.

Mehmet'in canı daha önce hiç acımadığı kadar acıyordu. Sanki cehennemi dünyada kurulmuş, o da ortasında kalmış, alev alev yanıyordu. Kabir azabı dedikleri şey böyle bir şey miydi? Nereye gideceğini ve ne yapacağını bilmezken ayakları onu eve götürdü. Her şeyin başladığı bu evi, bir an için ateşe vermeyi düşünse de gücü tükenmişti. Akşam kaldığı odaya gidip cep telefonunu aldı. O an istediği tek bir şey vardı. Bir an önce bu şehirden uzaklaşmak. Evden ayrılacağı sırada, eve göz kulak olması için tuttuğu adam yanına yaklaştı. "Efendim, oto kiralamayı aradım. Bir saate kadar aracı getirecekler."

Mehmet apar topar geldiği için aceleden havaalanının oto kiralama servisini tamamen unutmuş, eve taksiyle gelmişti. Ondan cevap bekleyen adama baktı. "Gerek kalmadı. Ara, göndermesinler. En kısa zamanda emlakçıyla görüşün, evi satışa çıkartsınlar. Dönüyorum."

Adam şaşırsa da patronunun boş bakan gözlerinden ruh hâlinin hiç iyi olmadığını anlayabiliyordu. Yeni bir soru sormaya cesaret edemediği için sadece, "Tamam," diyebildi.

Mehmet'in kapıdan çıkmadan önceki son bakışı, Nilda'nın yüreğine oturdu. Hâlbuki ne çok özlemişti onun siyah gözlerine bakmayı! Ya onu reddeden dili? Kalbi, sevdiği adamın hasretiyle cayır cayır yanarken dilinin acı vermek için telaffuz ettikleri gerçek miydi? Bir zamanlar sevdiği adamın öpücükleriyle taçlandırılan dudaklarından dökülen sözcükleri gerçekten kendisi mi söylemişti? İnanamıyordu! Acı vermek için kullandığı her kelime, kendi canını yakarken Mehmet'i ilk kez anladı. Bir keresinde, "Senin canını yakarken canımın nasıl yandığını biliyor musun?" demişti. Artık biliyordu. Ama bir önemi kalmamıştı, böyle olması gerekiyordu. Onu mütemadiyen sevecek olsa da ikisi için bir gelecek yoktu. Ağlamamak için direnirken, annesi ve Akif'in arasına geçip kollarına girdi. Aksi hâlde takati kalmayan dizleri yüzünden olduğu yere çökebilir, bir daha da ayağa kalkamayabilirdi. Titreyen elleri ve bacaklarına rağmen adım atmaya çalışarak, "Hadi gidelim artık. Yoksa Şebnem evlenmekten vazgeçecek," dedi.

Kara Yazım (Tüm bölümleriyle tekrar yayında)Where stories live. Discover now