26.AÇTIĞIN YARAYI KİM KAPATIR?

Start from the beginning
                                    

Emre tek kelime etmeden hızla arabayı çalıştırıp gazı köklerken bu agresifliğinin sonunun hayır olmasını diledi Alp. Çünkü pek hayır gibi durmuyordu. Yol boş olmasa kaza yapabilecekleri kadar hızlı ilerledikleri yaklaşık 5 dakikadan sonra Emre üniversitenin piknik alanında durmuştu. Haftaiçi ve saat akşam 5 olduğundan bomboş olan alana girdiklerinde öylece karşıya bakıyorlardı.

Konuşmak isteyen Alp'ti ve bulundukları yer de bunun için uygundu. Ama yüreğinin her mikronuna ulaşmış adamın kokusuyla sarmalanıp, varlığını hemen dibinde hissederken aklını toplayamıyordu. Sinirli olması umrunda değildi, onu gördükten sonra hiçbir şey umrunda değildi. Kollarıyla sarmak istediği adama ulaşamazken vücudu uyuştu, gözleri doldu. Normalde şimdiye 10 defa sarılmışlardı ama şu an sanki iki yabancı gibi sadece yanyana duruyorlardı. Bu halde olmalarının sebebi kendisiyken şikayete hakkı yoktu belki ama yine de Emre'nin başını, Alp'in boynuna saklayıp uzun uzun kokusunu içine çektiği anlara dönmek istiyordu. Çok mu şey istiyordu?

"Beni görmeyen sensin Alp."

İlk konuşanın kendisi olmasını bekliyordu ama duyduğu yorgun ses her zamanki gibi onu şaşırtmaktan zevk alıyordu.

"Hayatındaki herkesi görüyorsun. Teşkilatındaki sorunu olan her üyeyi, okulda adaletsizliğe uğradığını düşündüğün her öğrenciyi, sokaktaki dilenciyi, yolda kalmış hayvanları, ülkenin dertlerini, Suriyeli veya Filistinli halkın yaşadığı zulmü... Kısacası her şeyi ve herkesi görüyorsun da bir tek bana körsün."

Ne diyordu bu adam? Alp, onun için kendinden vazgeçmişken bu söyledikleri asıl körün Emre olduğunu kanıtlamıyor muydu?

"Sen kendinde misin? Senden başka bir şey gördüğüm mü var benim oğlum?"

Emre derin bir soluk çekti ama aldığı nefes yetmiyormuş gibi tutukluydu. Boğazını sağ eliyle sarıp kapıyı açıp çıktı. Reis de peşinden çıkarken açık havanın Emre'yi kendine getirmesini bekledi. Ama hiç de kendine gelecek gibi durmuyordu.

"Sen ne zaman beni gördün Alp?"

Ellerini oynatarak hararetle konuşan adamın yükselen sesi, söylediği sözler değildi sevdiği adamın yüreğini yakan. Kızaran gözlerinin dolmasıydı ruhunun çekilir gibi olmasının nedeni.

"Seni sevdiğimi söylediğimde vurduğunda mı? Ben aşkınla yanarken Diyarbakır'a gitmeme neden olurken mi?"

Gözyaşları usul usul akarken gözleri bomboş bakıyordu. Sinirli olsa, acısını belli etse belki Alp bu denli telaş yapmaz üzülmezdi. Ama ağladığının bile farkında değilmiş gibiydi.

"Ya da peşimden memleketime geldiğinde acımı, yıkılışımı gördüğün halde hiçbir şey yapmayıp perişanlığımla tatmin olurken mi?"

Dudaklarının arasından tuzlu bir sıvı geçince anladı Alp ağladığını. Emre'nin her gözyaşı damlası yüreğine kor gibi düşerken yaşlarını akıtmak çok da garip gelmemişti.

"Bunları aştık sanıyordum."

Sesi öylesine cılız çıktı ki sevdiği adamın duyduğundan emin olamadı. Ama duymuştu çünkü parmağını şakağındaki Alp'in dudaklarının izini taşıyan derin yaraya götürüp cevap verdi.

"Aşmıştık, burası ne kadar senin sevginin gerçek olamayacak kadar mucize olduğunu söylese de," eli bu kez kalbini buldu, "Bu aciz organ tamamen sana ait olduğundan açtığın her yarayı tek bakışın, tek sözünle kapatmayı çok iyi bildi."

Gözleri yanarken acısını bir miktar dindirmek umuduyla avuç içlerini gözlerine bastırdı. Ama ne acısı geçiriyordu, ne yaşlar diniyordu ne de nefes alabiliyordu. Ellerini yılgınlıkla indirirken dudaklarını yalayarak baktı sevdiği adama.

YAKAMOZWhere stories live. Discover now