ONLAR

4K 76 6
                                    


Bugün her zamankinden erkenciydi İsmail. Normal de saat on civarlarına kadar uyumasına izin veriyordu hocası. Kuşluk vakti sabah namazına kaldırılıyor, sonra tekrar yatıyorlardı. Daha doğrusu İsmail yatıyordu. Hocası ise namazdan sonra zikre veriyordu kendisini. "İşte yine yok" diye düşünmüştü İsmail. Ne kadar erken kalkarsa kalksın hocasını asla uyurken yakalayamamıştı. Tıpkı şu anda olduğu gibi, yatağı yapılı bir şekilde, kendisi ise ortalıkta gözükmüyordu. Bu eve geleli neredeyse bir hafta olmak üzereydi ve bugünün özelliği misafirlerinin gelecek olmasıydı. Heyecanlıydı İsmail çünkü Asiye annesi, Celal ve büyük ablası yola çıkmışlardı bile. Yani en azından dünkü telefon konuşmasında öyle söylemişlerdi ona. İstanbul'dan ayrıldıkları o günün gecesinde ancak varabilmişlerdi hocasının evine. Başlarda buranın bir ev olduğuna alışması biraz zamanını almıştı İsmail'in... Kendilerine en yakın köyden yirmi-yirmibeş dakikalık bir yürüme mesafesindeydi bu küçük kulübe. Sadece iki odası vardı ve odalardan biri kullanılmıyordu zaten. Hocasıyla beraber salon saydığı büyük odada kalıyorlardı. Kadın araya ipler yardımıyla bir de perde çekmişti. Her iki odanın da şöminesi vardı ama sadece kullandıkları odanın şöminesi aktif haldeydi. Tuvaleti dışarıda olan bu küçük kulübenin en sevdiği yanı ise şüphesiz bahçesiydi İsmail için. Ömründe hiç bu kadar çok taze ürünü bir arada görmemişti çocuk. Domates, salatalık, biber, kıvırcık ne arasa bulunuyordu bahçede. Hele ağaçlar... Kirazı, elması, inciri bitmek bilmiyordu meyveleri. Eve geldikleri o ilk gece yaşlı kadın bahçeden kopardığı domatesleri kendi elleriyle yedirmişti İsmail'e... Kesinlikle hayatında yediği en lezzetli domatesler olduğunu düşünmüştü çocuk. Ertesi gün ise "Bahçedere" köyüne gitmişlerdi beraberce. Oraya vardıklarında Hocası hakkında biraz daha fikir sahibi olmuştu. Köy muhtarının evi, köyde ki tek telefonlu evdi öğrendiği kadarıyla ve o telefondan Asiye teyzesini aramıştı İsmail. Konuşma boyunca Asiye teyzesini sakinleştirmesi pek kolay olmamıştı doğrusu. Daha sonra telefonu hocasına vermiş ve onunla Asiye annesinin konuşmasını takip etmişti ilgiyle. Hocası hem muhtarın telefon numarasını vermiş hem de evinin adresini verip onları en kısa zamanda gelmeleri için davet etmişti. Sonra ki günlerde de telefon etmişler, bir kez de karşı taraftan telefon gelmişti. Son kez konuştuklarında büyük ablası da telefondaydı ve bu güzel bir sürpriz olmuştu İsmail için. Onu asıl sevindiren ise bugün yola çıkmış olmalarıydı. Altı günün sonunda hem ablasını, hem arkadaşını, hem de anne yerine koyduğu Asiye teyzesini görebilecekti. Köy yerinde geceleri ve sabahları ayazın, şehirdekinden farklı olduğunu da öğrenmişti. İçi titreyerek hocasının ona hediye ettiği hırkasını giydi alelacele. Kadının yatağı her zaman ki gibi toplanmış ve yüklüğe kaldırılmıştı. Üzerinde uyuduğu sedirin üzerinde ki eski kilimler ise yerli yerindeydi. Peki ama hocası neredeydi? Bir ihtimal diye kullanılmayan odaya doğru yöneldi İsmail. İçeri girdiğinde ise odanın kullanılacağını hemen anlamıştı. Hocası, artık ne zaman yaptıysa odayı temizlemiş ve hatta kırık dökük şöminenin belli başlı yerlerini sıvamıştı bile. "Bütün bunları ne zaman yaptı!" Şaşkınlığı yeniden iştahlanmıştı İsmail'in. Henüz erkendi biliyordu ama yine de "hocam" dediği kadının esrarengiz hallerini bir an önce çözmek, anlamak istiyordu. Eve geldiği ikinci günü İstanbul'dakilerle yaptığı telefon konuşmasından sonra hocası ile birlikte köyü biraz dolaşmışlar bazı evlere de girip çıkmışlardı. Kadını gören ona "Ebe Hoca" diye hitap ediyordu. Köy halkı yaşlı kadına son derece hürmet ediyor, o göründüğü vakit ayağa kalkanlar, selam verenler, başlarını öne eğenler ve yardım isteyenler oluyordu. İsmail, anladığı kadarıyla hocasının bir tür hemşire olduğunu sezinlemişti. İnsanlar ona hastalıklarını, sıkıntılarını anlatıyor o da herkesi dikkatle dinleyip dualar ediyordu.

İlerleyen günlerde Hocasının sadece dua etmeyip hazırladığı otlardan ilaçlar yaptığını da öğrenecekti. Üçüncü gününde ise daha şafak sökmeden uyandırılmıştı İsmail. Hocası başında durmuş kalkmasını söylüyordu. "Abdest almayı biliyor musun?" sorusuna olumlu cevap vermiş "Peki ya namaz?" sorusuna ise dudağını büzmüştü çocuk. Hocası tebessümle konuşmuş ve kapı eşiğinde bekleyen bir adamı içeri çağırmıştı. Adı Ebu Hasan'dı o adamın. Hemen hemen hocası ile aynı boydaydı. İlk anda onun insan görünümünde bir cinni olduğunu anlayamamıştı İsmail. Gür siyah sakallarının üzerinde ki kırpılmış bıyığıyla bir garip tezat gezinmekteydi yüzünde. Başında ki yeşil takke ile üzerinde ki yeşil cübbesiyse uyum içinde gözüküyordu ama İsmail'in en çok ilgisini çeken tarafı kokusu olmuştu adamın. Hiç unutmuyordu; "Nasıl bir parfümü var bu adamın!" diye şaşırdığını iyi hatırlıyordu. Ömründe duyduğu en güzel kokuydu şüphesiz. Hocası onları tanıştırdığında Ebu Hasan tatlı bir dille konuşmuştu İsmail ile...

MÜHRÜVEKİL ( TAMAMLANDI )Where stories live. Discover now