4-Kaçış

12.5K 364 12
                                    

Koskoca deponun içinde kendimi fare gibi hissediyorum. Her tarafta kutular ve saçma sapan eşyalar var. Ortadaki boşluğa bir masa ve koltuk konmuş. Harika bir yer gerçekten (!)
Birkaç kişi kendi aralarında toplanıp konuşurken Bora ağır adımlarla yanıma yaklaştı. 
"Aç mısın?"
Madem soru sorma sırası ona geçmişti, şimdi de ben cevap vermem. 
"Sana soruyorum, aç mısın?" kafamı diğer tarafa çevirip ona bakmayı reddettim.
"İyi sen bilirsin." Hiç beklemediğim tepkiyle birlikte şaşkına dönüyorum. Nasıl yani? Ya açsam? Ya burada açlıktan ölürsem? Gerçi şu an açlık en küçük derdimdi.

Bir kaç saat sonra başımı geriye yaslamış uyuklamaya başlamıştım bile. İçerisi yavaş yavaş boşalmış, karanlık her köşeye hükmediyordu. Koltuğa yığılmış cüsseye baktım, "Bora?"
"Ne?"
"Acıktım."
"Sen o şansını kaybettin."
"Nasıl ya!? Hasta mısın sen?! Acıktım diyorum sana."
"Eee? Sabahı bekle."
"Sen hayatımda gördüğüm en büyük salaksın duydun mu beni?" Yanıt olarak kolunu gözlerinin üstüne örtüp uyuklamaya başladı. Sanırım gerçekten burada öleceğim. 
Karnımdan gelen sesler artmaya başladığında beynim tekrar çalışmaya zahmet etti. "Bora?" Ses yok. "Bora? Uyanık mısın?" Hala ses yok.

Babetlerimi ayağımdan çıkarttığım gibi elime aldım. Parmak ucunda ilerleyerek deponun kapısına doğru yürüdüm. Son kez koltuğa serilmiş koca adama baktıktan sonra dikkatlice kolu çevirip koşmak için hızla dışarı atıldım. Burnumun acısıyla yavaşladığımda karşımda dikilmiş gölgeye baktım.
"İşte, benim küçük hediyem de buradaymış. Benimle geliyorsun." Kerem. Kolumdan tuttuğu gibi beni sürüklemeye başladı. Çığlık atmaya yeltenmiştim ama hızla eliyle dudaklarıma bastırdı. İçimdeki endişe o kadar büyük ki gözlerimin yanmaya başladığını hissedebiliyorum. Deponun yanındaki ufak bir eve girdiğimizde hayretle içeriye baktım. O kadar lükstü ki bu kadar zenginliğe rağmen hala para için insan kaçırabiliyorlardı.
                                                                                  •••
Alya hayretle içeriye göz gezdirirken birden çekildiğini hissetti. Bedeni önündeki uzun boylu adamın göğüsüne yaslanmış aralarındaki tek şey sıkı sıkıya tutulan koluydu. Kendini kurtarmaya çalıştıkça Kerem üzerine yürüyor, suratına daha büyük bir sırıtış yayılıyordu.
"Bırak beni!"
"Sabret. Bırakacağım, ama henüz değil."
Alya sırtı duvara yaslandığında kaçacak yer arıyordu. Titrediğini hissedebiliyordu ve bu karşısındaki adamın daha büyük zevk almasına yol açıyordu. Belinden kalçasına doğru ilerleyen eli durdumak için hamle yaptığında Kerem kendini daha da kızın üzerine bastırdı. 
Alya boynundaki sıcaklıkla irkildi, Kerem üzerine eğilmiş boynunu öpüyor, tüm gücüyle onu duvarla kendisi arasında sıkıştırıyordu. 
"Lütfen! Yalvarırım bırak! Lü.."
Sözü çarpan kapıyla yarıda kesildi. Daha kimin geldiğini bile göremeden Kerem üzerinden fırlamış, yerde toparlanmaya çalışıyordu. 
Alya şaşkınlıkla yerde yatan Kerem'in üzerine atılan adama baktı. Tüm gücüyle suratını yumrukluyor, hiç acımadan her defasında tekrar yere seriyordu.
Bora rahatlamış bir şekilde Keremin üzerinden kalktı. Hızlıca onlara sersemlemiş halde bakan Alya'ya bakıp "Yürü hadi, gidiyoruz." dedi.
"Nereye gidiyoruz?"
"Soru sorma da yürü çabuk!"
"Bağırma bana! Alya gidiyoruz, Alya seni kaçırıyoruz, Alya babana çok kızgınız ama cezasını sen çekeceksin! Bu ne ya?! Her defasında beni bir oraya bir buraya sürüklüyorsunuz. Yeter. Tek bir cevap dahi alamazsam buradan gitmiyorum!"
"Seni bu salakların elinden kurtarmaya çalışıyorum anlamıyor musun!?"
Bora kendisi bile söylediği şeylere şaşırmıştı. Kızın çığlıklarını duyduğunda yaşadığı panik ona yabancıydı. Keremi masum bir kızın üzerine çullanmış gördüğünde kendini kaybetmişti.
Israrla kollarını göğsünde birleştirmiş Alya'ya baktı, "İyi, sen gelmezsen gelme. Ben gidiyorum. Ayrıca çantan ve poşetlerin de benim arabamda. Çöpe atarım artık onları da."
Arkasını döndüğü gibi arabaya yürümeye başladı.
                                                                                  •••
"Beklesene ya! Ah! Ya bekle bi geliyorum işte" Bir yandan ayağıma batan taşlardan kurtulmaya çalışırken bir yandan da Borayı takip etmeye başlamıştım. Kusura bakmayın ama ne bu iğrenç insanlarla biraz daha kalabilirdim ne de yeni aldığım kıyafetlerimin çöpe atılmasına göz yumabilirdim. Siyah range rover'a bindiğim gibi söylenmeye başladım.
"Sen var ya hayatımda gördüğüm en iğrenç erkeksin."
"Biraz önce üzerine atlayıp seni yiyen bendim di mi?"
"Tamam Kerem senden daha iğrenç. Ama sen de tam bir hayvansın."
Delici bakışlarını üzerime diktiğinde ister istemez koltuğa yumuldum. Gaza basmasıyla telaşla kemerimi taktım. 
Yarım saat boyunca hiç konuşmadık. Çaktırmadan Boraya baktım. Burnu dümdüz ve sivriydi. Gerçekten insanda hayranlık uyandırıyordu. Elmacık kemikleri çıkık, ince dudakları yüzüyle büyük uyum içerisindeydi. Saçları çok kısa olmasa da kısaydı, öne doğru üçgen şeklinde havaya kalkıyordu. 
"İzleyecek başka bir şey bulamadın mı?"
"Seni izlemiyordum!"
"Beni izliyorsun dememiştim zaten. Sen dedin."
Cevap veremeden önüme döndüm. Bir süre yanından geçtiğimiz ağaçları saymaya çalıştıktan sonra sızmışım.

"Alya? Uyan hadi. Şşşş! Alya. Kış uykusuna mı yattın kızım uyansana!"
"Ne? Hı? Geldik mi?" Karşımda babamı görmeyi beklerken Boranın sinirli bakışlarıyla kafamı kaldırdım. "Kış uykusu mu? Sensin o ayı!"
"Ya tamam başlama yine. Yürü hadi. Kalacak bir yer buldum. 
Ufak butik otele baktım. Her tarafında çiçekler vardı. Eğer arkadaşlarımla gelmiş olsaydım gerçekten çok hoşuma gidebilirdi. Sakince içeriye girdik. 
Bora beklemem için oturmamı söyleyip resepsiyondaki yaşlı adamla konuşmaya başladı.
15 dakika sonra adımı seslendiğinde apar topar yanına gittim. "Hadi gel, oda bulabildim." 2. kata çıkıp oda numaralarına baktık. 16 numaralı odayı bulur bulmaz anahtarı deliğe yerleştirip içeriye girdik. 
"Sen hangi odada kalacaksın?"
"Burada."
"Nasıl yani? İkimiz? Saçmalama. Hayatta olmaz. Git kendine başka oda tut."
Sert bakışları küçük odada dolanıp gözlerimle buluştu. "Ben de sana meraklı değilim. Ellerindeki tek oda buymuş. Bilmem ne gezisi varmış o yüzden 5 gün boyunca tüm otel dolu. Hoşuna gitmezse balkonda yatarsın."
Gözlerimi devirip yatağa oturdum. Sanki yıllardır rahat bir yere oturmamış gibiydim.
"Sen nerede yatacaksın?"
"Uykum yok."
"İyi."
Bal gibi de uykusu vardı. Ama işime geldi. Keremden sonra hiçbir erkeğin yanıma yaklaşmasını istemiyorum şu an. O kadar mide bulandırıcıydı ki hatırladıkça ürperiyorum.
"Bora?"
"Ne var?"
"Duş almak istiyorum."
"Eee ben mi yardım edeyim? Çocuk musun?"
"Geri zekalı öyle mi dedim?! Şampuan yok bir şey yok."
"Bela mısın sen ya! Keşke orada bıraksaydım da kurtulsaydım senden."
Gözlerimin dolduğunu hissedebiliyordum. Aslında bu kadar duygusal birisi değilim. Ama orada kalacak olma düşüncesi bile beni korkutmaya yetiyordu.
"Ağlama, sus. Gidiyorum tamam."

Borayı beklerken yatağa uzanıp perdesi açık balkondan dışarıyı izledim. Acaba babam beni merak ediyor mu? Kendi işleri için daha çok korkmuştur eminim. Burcu. Hemen çantama koşup karıştırmaya başladım. Şarj aletimi bulabilmek için dua ediyordum. Yok. Bir defa gerektiğinde bir şeyi yanıma almış olsam ölürüm zaten. Kapının açılmasıyla başımı çantamdan kaldırdım. Bora kapıyı kapattığı gibi elindeki poşetleri bana uzattı. Çilek kokulu şampuan, yine çilek kokulu vücut jeli ve beyaz bir pofuduk lif. Kendisi için de şampuan ve vücut jeli.
"Çilek mi seviyorsun?"
"Ne?"
"Her şeyi çilekli almışsın."
"Ne bileyim siz pembe olan her şeyi sevmiyor musunuz?"
İkinci poşeti aralayıp aldığı havlulara baktım. Siyah olan daha hoş gözüktü gözüme, hemen kapıp banyoya koştum.
"Alya! Siyah olan benim havlum!"
"Çok geç! Pembe olanla yetinmek zorundasın! Neymiş biz pembe olan her şeyi seviyormuşuz! Salak!"
Kilitli kapıya bir kaç defa vurduktan sonra pes edince suyun ısınmasını bekleyip üzerimi çıkarttım. 
Tamam ilk başta sinirlenmiş olabilirim ama gerçekten çileği çok seviyorum. Pembeyi sevmekle alakası yok. Çilek güzel.
Şampuanın kokusunu içime çekerek sıcak suya kendimi bıraktım. Yaklaşık yarım saat duşta kaldıktan sonra havluyu göğüsümden dizimin bir karış üstünü kapatacak şekilde sarıp banyodan çıktım. Daha kısa havlu bulamamış mı bu salak?

Balkonun korkuluklarına ellerini dayamış dışarıya bakıyordu. Altında hala kot pantolonu vardı ama üstü çıplaktı. Kol kasları gerilmiş, sırtının tüm hatları gözlerimin önündeydi. Aniden bana bakmasıyla paniğe kapılıp geri banyoya kaçtım.
"Arkanı dön!"
"Senin çarpık bacaklarına meraklı değilim, hadi çabuk çık ben de gireceğim."
"Sensin çarpı bacak!" Sertçe kapıyı kapattım. 
"Alya aç şu kapıyı seninle mi uğraşıcam!" Sesi daha yakından geliyordu, belli ki kapının dibindeydi.
"Kapat gözlerini."
"Kapattım tamam! Kapattım Allahın belası."
Utanarak önce kafamı uzattım. Gerçekten gözleri kapalı bir şekilde arkasındaki duvara yaslanmış, elinde havlu ve şampuanı tutuyordu.. Parmak ucunda ilerleyerek perdeyi kapamak için balkonun önüne geçtim.
"Hey! Cidden çarpık bacaklı değilmişsin. Bu arada bence kırmızı iç çamaşırlarını giymelisin."
Banyonun kapanan kapısının arkasından bakakalmıştım. Poşetlerimi karıştırmış!

"Sen var ya öküzün önde gidenisin! Üstelik sapıksın!"


Zor AdamWhere stories live. Discover now