dün rüyalarımdın, bugün bakışlarım

16.2K 1K 891
                                    

Hafif serin olan bir bahar günüydü. Kiraz çiçekleri, usulca esen rüzgara yenilip, hasret kalacakları dallarından kopup zemine düşürüyordu pembe yapraklarını. İnsanlar günlük hayatlarına her zamanki dozunda devam ediyorlardı.

Kuşlar yer edindikleri ağaçların dallarında mırıldanıyor, insanların gürültüsüne karışıyordu şarkıları.

Birkaç atlı asker alışveriş yapıyor, tüccarlar müşteri çekmek için o kaba aksanlarıyla bağırıyordu. Pazar yeri biraz kalabalıktı fakat rahatsız edecek derecede fazla insan yoktu etrafta.

Sokağın sonundaysa kümes hayvanları satan yaşlı bir tüccar vardı. Yem çuvallarını büyük bir özenle dizmiş, onlarca hayvanın sesi arasında fazla huzurlu görünüyordu.

Fakat bu görüntüyü uzun süre yüzünde tutamadı yaşlı adam. Zira onu delirtmeyi kendilerine and içmiş olan iki haylaz, Park Jimin ve Kim Jennifer, çuvalların ardına gizlenmiş, gözlerinde ki yaramaz parıltılarla onu izliyorlardı.

Zavallı adam, her iki günde bir bu iki haylazın ufak şakalarına maruz kalıyordu.

Genç kız sinsi adımlarla sağdaki kafesin, diğeri de soldaki kafesin önüne geldiğinde birbirlerine ufak ama eğlence pırıltıları serpilmiş bakışlar attılar. Kümese uzak bir mesafede oturan adam, her şeyden habersiz elindeki suyu keyifle içiyordu. Bir anda kafeslerin açılma sesi ve civcivlerinin özgürlüğe karşı attığı nidaları duyan adam oturduğu iskemleden hışımla kalktı. Gülerek kaçmakta olan iki haylaz gence bağırmayı da unutmamıştı tabi.

"Yine mi siz! Karımdan daha çok görüyorum sizi! Yeminim olsun, bir daha sizi burada görürsem falakaya yatırırım!"

"Ama Ajussi~ Canları sıkılmış gözüküyorlardı. Sizin gibi bir adama yem edemezdim onları." diyerek tatlı bir dille konuştu Jimin. Jennifer arkadaşının bu tatlı haline güldü.

"O minik şeyleri esir tutmana izin veremezdik, seni cani!" Jennifer dilini adama doğru çıkardığında adam, bir iki adım atarak eline sopa almıştı. Bu adımı bekleyen ikili dönüp, arkalarına bakmadan topraklı yolda koşmaya başladılar.

Elindeki sopayı sallayıp fütursuzca bağıran adama diğer tüm esnaflar gülerek tepki vermiş, kimisi de kaçan çocuklara destekleyici sözler söylüyordu.

Öte yandan iki gencin kahkahaları birbirine karışmış deli gibi gülüyorlardı. Bir süre daha koştuktan sonra kocaman bir meşe ağacının altına oturmuşlar, kahkahalarının son demlerini kıkırtı halinde dudaklarından döküyorlardı. Gülmekten ve koşmaktan yorulmuş genç adam başını arkadaşının omzuna yaslayıp gözlerini kapatmıştı.

Jennifer kendisine sığınan arkadaşına şefkatle bakmış ardından zayıf parmaklarını onun terlemiş, siyah saçlarına atmıştı. Herhangi bir tiksinme belirtisi göstermeden yumuşak saçlarla oynarken, Jimin memnuniyet mırıltılarını salıverdi sessiz ortama.

Jennie ile -Jimin ona böyle sesleniyordu- uzun zamandan beri arkadaştılar. Öyle ki Jimin, genç kızın hayatına ne zaman girdiğini hatırlayamıyor, sanki küçüklüğünden beri onu tanıyormuş gibi hissediyordu.

Bundan şikayetçi de değildi.

Jennie, tamamen yalnız olduğu bu dünyada ona hep destek olmuştu.
Beraber onlarca çılgınlık yapmış, kavga etmiş, gülmüşler ve ağlamışlardı.

Kızın hayatında ki boşlukları doldurmasına, bazen kendinden bile daha erkek olmasına, kendisini sürekli koruyup kollamasına, agresif tavırlarına ve bozuk ağzına o kadar alışmıştı ki, birgün hayatından çıkıp gideceği ihtimali bile Jimin'in suratını asmasına yetiyordu.
Çok fazla arkadaş canlısı bir insan değildi. Hayatında sadece Jennie ve küçük, sevimli kedisi vardı.
Bir de, arada onu evine davet eden kibar komşusu Taemin.

fifty shades of blood, kookminHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin