It hurts like hell.

9.9K 351 55
                                    

"Geliyorsun değil mi?" Ahizenin ötesinden gelen sesine karşılık kahve kupasını tezgaha bıraktım.

"Evet, geleceğim."

"Harika."

Telefonu kapatarak küçük masanın üzerine bıraktım. Ellerimle yüzümü sıvazladım ve üzerime değiştirmek için yatak odasına geçeceğim sırada kapı çaldı. Jordan'la buluşmama yaklaşık bir saat vardı. Ayrıca onu evime çağırmamıştım.

Orada öylece durmuş kimin gelebileceğini düşünürken kapıya daha sert vuruldu. Ayaklarımı harekete geçirdim ve kapıyı tek solukta açtım.

Bunu beklemiyordum işte. Kalbimin sıkışmasına engel olamadım. Bir süre ne yapacağımı bilemez bir tavırla elim kapı kirişine yaslı ona bakmaya devam ettim.

"Evimi nereden buldun?"

Sorumu es geçti. "Bu dünya üzerinde gördüğün en büyük aptal benim!" Ani bağırması üzerine elimle ağzını kapattım. Kafamı uzatarak koridora baktım ve tekrar ona döndüm.

"Ne yapıyorsun? Beni kovdurmak mı istiyorsun?" diye tısladım. Dudakları elimin altında kıpırdamaya devam etti. Bir şeyler söylüyordu ancak onu anlayamıyordum.

"Elimi çekiyorum, sessiz ol." diye uyardım onu sert bir sesle. Alnına düşmüş saçları altından gözlerini zar zor seçebiliyordum. Ancak gözlerini açıp kapatarak beni onayladığını görebilmiştim. Elimi çeker çekmez tekrar bağırmaya başladı. Sinirle kolundan tutarak içeri çektim ve kapıyı ardımızdan kapattım.

Sarhoştu. Hem de fena halde. Kapıyı açtığım anda burnuma dolan ağır alkol kokusu burun tıkatacak cinstendi. Ayakta bile duracak hali yokken onca merdiveni nasıl çıktığını merak ettim.

Sırtını kapıya yasladı. Nolur nolmaz diye ağzına sıkıca bastırdığım elimi usulca geri çektim.

"Ashton, burada ne işin var?" diye sordum tane tane. Her kelimemde kafasını abartılı bir şekilde bir aşağı bir yukarı sallıyordu. Gözlerimi devirdim ve cevap vermeyince omuzlarından sertçe sarstım.

En sonunda dudaklarını büzerek ağzında bir şeyler geveledi.

"Anlamıyorum." dedim yüksek sesle.

"Seni özledim!"

Şokla bir adım geriledim. Kirpiklerinin altından kızarmış gözleriyle bana bakıyordu.

Ne demişti o? Tanrım, kulaklarım bana oyun mu oyun oynuyordu? Söylemişti işte. Tüm apartman da duymuştu.

"S-sarhoşsun." diye kekeledim.

Kaşlarını hafifçe kaldırdı ve bir süre öyle kaldı.

"Muhtemelen."

İleri doğru bir adım atacak oldu tam düşecekken kolunun altına girdim ve sarhoş bedenini kendime yasladım.

Onu kanepeye taşırken bir şarkı mırıldanmaya başladı. Kanepeye yayılarak kafasını geriye yatırdı. Gözlerini dahi kırpmadan bana bakıyordu. Elimle gergince ensemi sıvazladım.

"Sana kahve getireceğim." Kahve bile onu ayıltmayacaktı. En azından saçma sapan bağırmalarını kesebilirdim.

Temiz bir kupa aldım ve hala sıcak olan kahveyle doldurdum. Arkamı döndüğümde hala bana bakıyordu. Kalbim acıyla büzüldü. Gözlerimi yumarak derin bir nefes aldım. Yapma.

Kupayı ona doğru uzattım ancak alma girişiminde bulunmadı. "Ashton!" diye seslendim. Kupayı gözüne sokarak dikkatini çekmeye çalıştım. Elinin tersiyle kupayı iterek sıcak kahveyi üzerine döktü.

PARADISE LOST \\IrwinWhere stories live. Discover now