Bu kitap, zorluklara rağmen güçlü kalabilenlere, ağlarken gülümsemeye çalışanlara ithaf edilmiştir. Herkesten uzaklaşarak yalnız kalamazsınız, bırakın gölgeniz yaralarınıza düşsün.
BİTİŞ
Bu, ölmeyi ilk deneyişim değildi. Sonuncu da olmayacaktı.
Yaşam ve ölüm. Zıt görünümlü iki dosttu onlar. Birbirlerini kolluyorlardı. Öyle ki, ölüm olmasa nefes almanın hiçbir numarası kalmazdı geriye. Yaşamak... Ölmeye dair en sevdiğim şeylerden birisiydi. Ölmek üzereyken bile hissedilen acıyı yaşayabilmek. Uçsuz sessizliğe son kala hissedeceğiniz en tatsız şey bu olacaktı. Ölebilmek için yaşamaya ihtiyaç duymak. Ne ironik, değil mi? Belki de bunu güzel yapan buydu. Bir adım sonrasında geriye yaşanacak bir şey kalmayacaktı fakat yaşamaya devam ettikçe, sizi daha büyük acıların beklediğini görecektiniz. Bunlardan kaçacaktınız, onlar sizi kovalayacaktı. Kimse kazanmayacaktı belki, ancak bu sefer kazanmak üzereydim.
Bu, nefes almaya ilk çalışışım değildi. Sonuncu olmasını isterdim.
Bu an da onlardan birisiydi. Rasgele elime geçen bıçağın ucuna yavaşça süzülen bir damla kırmızılık, kesme tahtasına hassas bir iniş yaptı. Her şey çabucak olmuştu. Duvarda gezinen gölgeler bunun iyi olacağını tekrarlayıp duruyordu. Az önce kestiğim elmadan bir dilimi çiğnemeye başladım. Bileğim yanma hissiyle kavruluyordu. Birkaç saniye sonra son bulacaktı, çünkü artık yaşamayacaktım. Dedim ya, acıyı ancak nefes aldığınız sürece hissedebilirdiniz. Bunlar bittiğinde, siz bittiğinizde, büyük anlamsızlıklarla karşılaşacaktınız. Hayatınız boyunca uğrunda çabaladığınız tüm hayaller sönecekti. Geride hiçbir şey kalmayacaktı. Bedeniniz hafifleyecekti, ruhunuz günahınızla ağırlaşacaktı.
Yere yığıldığımı zihnimdeki görüntülerin sarsılmasıyla idrak edebildim. Şimdiye kadar çoktan ağlamaya başlamış olmam gerekiyordu. Bir dakika... Yanaklarımda bir ıslaklık vardı. Güzel. Hiçbir şey aksamamalıydı. Ne tuhaf, ölmek üzereydim.
Daha sonra dizkapaklarımın üstüne kolumu yasladım. Derin kesiğe boş bir şekilde baktım. Yanıyordu ve acıtacaktı. Kırmızılar beyaz tenimde rasgele ince desenler oluşturarak o kısımdan intihar ediyordu. Sanki bedenimden uzaklaşmak için daha bir hızlıydılar. Benden uzaklaşmak için onlara gün doğmuştu. Onlara hak veriyordum. Katlanılması güç biriydim. Bu zamana kadar bedenimi benimle birlikte kalmaya zorladığım için bile çok kötü birisi olmalıydım. Kötüydüm ben, ama şimdi iyi olacaktım. Çektiğim acılar, diğerlerine yaşattıklarımın yanında bir hiç olacaktı. Yine de üzgün değildim. İnsanlar ölmek üzere olmanın ne anlama geldiğini bilmiyordu. Onlara ne gibi bir iyilik yaptığımın farkında olmayacaklardı. Deli demeye devam edeceklerdi benim için. Demeseler bile fısıldayacaklardı, tıpkı gülüşümün ardından somurttuğum zamanlarda olduğu gibi.
İçeriden bir gürültü gelene kadar her şey normaldi. Yemin ederim. Daha sonra vakit geçirdiğim son yere, geride bıraktığım için üzüleceğim tek insan girdi. Gözleri beni bulduğunda çığlık atmamak için kendini tuttuğunu fark ettim. Neden her seferinde ona bunu yaşatıyordum ki?
"Git buradan!"
Var gücümle bağıramadım, yine de onu bir adım geriye itecek kadar kuvvetli olmayı umdum. O ise, beni dinlemedi elbette. O Nil'di. Vazgeçmezdi, ama şu an vazgeçmesine ihtiyacım vardı.
"Ömer." Söylediğim onu durdurmadığı gibi üstündeki mantosunu ve çantasını bir kenara fırlatarak ayaklarımın dibine yaklaştı.
"Git..." dedim. "Ölmeme izin ver."
"Özür dilerim!"
Gözlerinden akan her damla için kahrolmaya devam ettim. Daha dün bu sıcak kahverengi gözler, birkaç metre ötedeki salonda gülümsüyordu. Arkadaşlarımız buradaydı, her şey çok güzeldi. Kahkahalar atıyor ve konuşuyorduk.
"Boş ver."
Kolumu tutmak üzereyken itiraz etmek için gücüm yoktu. Kucağına sabitlerken ona doğru yaklaşmak zoruna kaldım. Boynundaki ince atkısını çıkarırken ona karşı çıkamıyordum. Ölmemi seyretmesine izin veremezdim.
"Ölmene izin vermem!"
Hırsla yaranın üstünü kapatırken yere bıraktığı çantasına uzandı. Kana bulanan elleri birkaç tuşa basarken ağlamaya devam ediyordu. Burnunu hızlıca çekip telefonu tek eliyle kulağına dayadı. Bir yandan yanıma emekleyip hıçkırıklarını bastırmaya çalışıyordu.
Sadece seyrettim. Başımı okşayarak beni sakinleştirmeye çalışmasını, ona bağırmaya devam etmeme rağmen susmaya devam etmesini, beni yaşatmak için bekleyişini... Beni anlamıyordu. Hayatım boyunca kaçtığım annemin yanına gitmeme engel olmaktan başka hiçbir şey yapmıyordu. Yaşamdan birkaç saat önce kopan annemin yanına gitmek istiyordum.
"Nil."
Ambulansın sağır eden sirenini işitmekten geriye hiçbir şey kalmamıştı. Son kez yaşamaya çalıştım. Diğer elimle zorlukla yanağını kavrayabildim. Acı gittikçe kuvvetlenirken, beynimde binlerce düşünce bağırış halindeyken, son kez gözlerine baktım.
"Bana ne yapıyorsun?"
Her saniye daha çok pembeleşen kahverengi gözleri ağırlaştı. Yanağından aşağı kayan parmaklarım geride kırmızı lekeler bırakıyordu.
"Yanımda kalmanı sağlıyorum."
Elimi yeniden kaldırıp dudaklarına götürdü. Yaralarımı öpmeye devam ederken şimdiye kadar hissetmediğim en büyük acı iliklerime dolmuştu. Geride kalan en sevdiğim insana acı çektirişimi seyrediyordum.
YOU ARE READING
MANİK YEŞİLİ | KİTAP OLDU
RomanceHastalıklı bir aşk, farklılıkların yok olmaya mahkûm olduğu bu dünyada ne kadar hayatta kalabilir? Kitabın ilk altı bölümü, 92 sayfası, eklenmiştir.