Burç ise tamamıyla karmaşık duygular içerisindeydi. İşine konsantre olmakta zorlanıyordu, çünkü aklında sürekli Alara'nın son sözleri yankılanıp duruyordu. Alara ona "Sakın benim kalbimle oynama Burç. Sakın... Çünkü benim kalbim, bir erkeğin elinde oyuncak olamayacak kadar narin. Sakın..." demişti. Haklıydı, Burç bu zamana kadar birçok kadının kalbini kırmıştı. Ancak ilk defa bunu yapmayacağına inanıyor, ilk defa bir kadının kalbini böylesine önemsiyordu. Öyle ki, o kalbi kendi kalbinden bile fazla önemser olmuştu. Bu yüzdendi ondan 1 haftadır uzak durması. Kalbinden geçen, Alara'nın kapısına dayanıp ona duygularını açmak ve kalbindeki hislerin gerçekliğine onu inandırmaktı. Ancak bunu yapmaması gerektiğinin farkındaydı. Onu yıkıp geçmek istemiyordu. Bir kez daha herhangi bir kadının kalbini kırmak istemiyordu. Nitekim Alara onun için herhangi bir kadından çok daha fazlasıydı. Onun mutlu olması şuan istediği tek şey olabilirdi. Hayatında tatmadığı duyguları tatmaya başlamış ve bundan tedirgin olmuştu. Ama ne korku ne de endişe bu duygulardan sıyrılmasına yardımcı olmuyordu. Yine Alara'ya olan hisleri son derece yoğundu ve yine kendini bu duygulardan alıkoymanın herhangi bir yolunu bulamamıştı. Bugün bir karar vermişti Burç. Akşama kadar Alara odasından çıkmazsa yanına gidecek ve onunla adamakıllı konuşacaktı.

Hava kararırken bahçede oturmuş bir kol saatine bir de Alara'nın odasının camına bakıyordu Burç. Saat neredeyse 21.00 olmuştu ama Alara yine her zamanki gibi tüm yemeklerini odasında yemiş, hiçbir şekilde odasından çıkmamıştı. Hayatı kendine de Burç'a da zindan etmeye kararlı gibiydi. Buna daha fazla dayanamayacaktı adam. Bir şeyler yapmalı ve Alara'ya hislerini kanıtlamalıydı. Harekete geçmeliydi artık.

Otel kapısından içeri girdi ve asansör kabinine yöneldi. Derin bir nefes aldı. Yapması gereken tek şey, içindeki duyguları en saf haliyle Alara'ya açmaktı. Bundan daha fazlasına ihtiyacı yoktu. Bir kadın, âşık bir kalbin haykırışlarını anlayabilecek nahifliğe sahipti. Asansör kabinine girdi ve Alara'nın odasının bulunduğu katı tuşladı.

♚ ♔ ♚

Aynalı masada oturmuş saçlarını fırçalarken diğer günlerden farklı bir düşünce içerisinde değildi. Yine aynı yerdeydi. Burç'un sözlerini geçirip duruyordu aklından. "Burç Aksoy, bir güzel yüzünden kalp krizi geçirmek üzereydi." Çapkın serseri Burç Aksoy için gayet basit bir cümleydi belki ancak kendisi için farklı anlamlarla yüklüydü. İşte aralarındaki bu farktı onu inciten. Burç, o güzelim aşk sözcüklerini kadınları yatağa atmak için kullanan züppe bir serseriydi. Alara ise hayatının aşkını bekleyen ve kalbinin kırılmasından deli gibi korkan bir zavallıydı. Elbette herkes korkardı kalbinin kırılmasından ancak Alara'nın korkusu bambaşkaydı. Daha büyük, daha uçsuz bucaksız bir korkuydu onunki. Çünkü hayatının aşkına, kalbinden başka verecek değerli bir şeyi yoktu elinde. Onu da bir serserinin ayakları altına sererse ne yapacaktı? Sonra o kalp kırıklıklarını kim toplayacaktı? Elbette yine kendisi... Elindeki saç fırçasını masaya bıraktı aniden. "Hayır, olmaz..." dedi. Bu defa olmazdı. Bir erkeğe daha kanıp kalp kırıklığı yaşamayacaktı. Bunu kendine yapmayacaktı. Ucuz bir aşk macerası için kalbinin kırılmasına göz yummayacaktı. Kararlıydı.

Yatağına uzanıp düşünceli bir edayla tavanı seyrederken her an verdiği bu büyük karardan vazgeçecek gibi hissediyordu. Bezgince bıraktı aldığı nefesi. Kızgın bir biçimde "Aptal olma!" diye tısladı kendi kendine. "Bunu kendine bir kez daha yapamazsın. Bu kadar aptal olamazsın." Çok eskiden bir erkeğe güvenmişti ve sonu hüsranla bitmişti. Aynı şeyi bir daha yapmayacaktı. Üstelik onu üzeceği bariz bir adam için yapamazdı. Kendine saygısını kaybederse, her şeyini kaybedecekti. Hata denilen şey bir kez yapılırdı, ikincisi tamamen tercihti.

Kapının çalınmasıyla yerinden sıçradı. Derin nefesler alıp sakinleştikten sonra "Oda servisini çağırmadım!" diye seslendi kapının arkasındaki kişiye.

"Ben de oda servisi değilim zaten."

Kapının ardından duyduğu sesle eli ayağı birbirine dolanmıştı Alara'nın. Onu her gördüğünde, her duyduğunda böyle olacağını biliyordu. Bildiği için kaçmıştı bugüne kadar. Ama artık kaçacak yeri kalmamıştı. Genç adam küçük sığınağında da bulmuştu onu. "Senin barda olman gerekiyordu."

"Ama gitmedim."

"Neden? Daha yeni başlamışken kovulmak mı istiyorsun?"

"Kapı önünde mi konuşacağız Alara? Hadi, aç şu kapıyı."

"Konuşmak istemiyorum, git lütfen."

Alnını, kapıda duran sağ yumruğunun üzerine dayadı ve aldığı nefesi bezgince verdi. "Neden yapıyorsun bunu Alara? Neden?"

"Sen neden etrafındaki kadınların kalbini kırıyorsan, ben de o sebepten yapıyorum bunu."

"Kapıyı aç da iki yetişkin gibi konuşalım, hadi." Odadan cevap niteliğinde herhangi bir ses çıkmayınca "Lütfen..." diye üsteledi.

"Git buradan Burç! Gerçekten, bunu seninle konuşmak istemiyorum."

Tam bir çıkmazdaydı adam. Daha gerçek duygularını paylaşmadan bu hale geldilerse, kim bilir paylaştığında neler olacaktı. Alara onun yüzüne bile bakmayacaktı. Her kadına aynı cümleleri sarf eden bir adam olarak görüyordu onu. Haksız da sayılmazdı hani. Bu zamana kadar kadınların gönlünü çalmak için hep basmakalıp cümleler kullanıp onları tongaya düşürmemiş miydi? Şimdi duygularının gerçekliğine nasıl inandıracaktı onu? Şuan içinden geçen cümleler dudaklarını zorluyordu. Çıksaydı Alara'nın karşısına "Senin için duygularımın hiçbir önemi yok mu, ha? Sana karşı hissettiklerimin önemi yok mu? Uykusuz gecelerimin bir önemi yok mu?" deseydi... Ne olurdu?

A. Alara onun kollarına atlar ve "Romantik, cesur erkeğim benim!" diye haykırarak nikâh masasında memurun sorusunu cevaplar gibi "Evet, evet, evet!" diyerek sevinç çığlıkları atardı. Ki bu çok tozpembe bir hayal olmuştu, farkındaydı.

B. O an Alara'nın elinde her ne varsa sert bir biçimde kafasına yedikten sonra eğer halâ beyin kanaması geçirip ölmediyse genç kızın hakaretlerine ve tehditlerine maruz kalabilirdi.

C. Alara'yı sonsuza dek kaybederdi. Ki bu sonuncusu hepsinden de korkuncuydu.

Yapabileceği çok az şey, verebileceği kısıtlı kararlar vardı. Onu yeni bulmuştu. Henüz Alara'yı kaybedemezdi. "Ya... Alara... Sen beni yanlış anladın. Ben iltifat olsun diye söyledim sana onları. Sen de o kadar şey söyledim kızmadın, gittin gittin neye kızdın ya! Hadi, aç şu kapıyı da konuşalım. 3 gündür fare gibi saklanıyorsun orada."

Yatağında sırtüstü uzanmış adamın söylediklerini düşünürken içi burulmuştu Alara'nın. Peki, niçin burulmuştu ki? Zaten 3 gündür o saçma sözler yüzünden bu odaya tıkılıp kalmamış mıydı? Şimdi neden üzülüyordu ki? İçinde varlığından habersiz olduğu bir yer o sözlerin ciddi olmasını mı diliyordu içten içe? Olmamalıydı bu, olamazdı. Güvenilmez bir adama gönlünü kaptıramazdı. Gelip geçici bir hevesti bu, yalnızlığıyla bezenmiş bir duygu fırtınasından başka şey değildi. Kendine gelmeli ve o eski umursamaz Alara olmalıydı. Yavaşça kapının önüne geldi ve derin bir nefes alıp verdi. Sonra kapıyı açtı usulca. "Yani, sadece iltifattı diyorsun."

"Hayır, gerçekti! Seni seviyorum!" diye haykırmak istese de yapmadı Burç, yapamazdı. Bunu Alara gibi bir kıza yapamazdı, yapmamalıydı. O çok iyi, temiz ve kırılgan bir kızdı. Herkese yapmıştı belki ama ona yapamazdı. "Elbette, sadece iltifattı. Yoksa senin gibi şirret bir kıza âşık olacağımı mı düşünmüştün?"

İçinde sebebini anlayamadığı bir hayal kırıklığı oluşsa da belli etmemeye çalışarak güldü. "Pisliksin!" İçindeki bu yeni yetme heves de neyin nesiydi böyle? Anlam vermek güçtü. Burç Aksoy'a âşık olmak, ejderhaların yaşam alanına girmek, volkanik bir dağın üstüne yapı kurmak, köpek balıklarıyla kanka olmak kadar tehlikeli bir şeyken bu tavrı niyeydi?

...

MULTİMEDYA: BURÇ AKSOY! (NAMIDEĞER ÇAPKIN SERSERİMİZ)

BODRUM: Bir Topuklu, Bir Papyonlu ღBİTTİღWhere stories live. Discover now