Yüce Kralımız Çok Yaşa!

2K 225 19
                                    

Yüce Kralımız Çok Yaşa!

Areas... Sante Diyarı'nın yüce kralıydı. Poros öldükten sonra yerine geçmişti. Hırslı bir adamdı. Belki de diyarın binlerce yıldır gördüğü en vahşi, en karanlık, en bencil adamı olabilirdi. Sürmelerle Ayzalar arasında başlayan anlaşmazlığı körükleyerek büyük bir savaşa dönüştürmüş, bu savaştan en çok kendi halkı karlı çıkmıştı. Maskeli adamları yeryüzünün dört bir yanında terör estiriyorlardı. Yarattıkları korku, yaydıklarının yanında az bile kalmıştı. Hiç kimse düşüncesini açık yüreklilikle dile getiremiyordu. Matisseler ve diğer karanlık canlılar kraldan çok kralcı olmuşlardı. Diyarların dört bir yanında fısıltı gazeteleri çalışıyordu. Matisselerin üçüncü gözleri, krallarına itaat etmeyenleri buluyor, bir maskeliye fısıldıyordu. Zaman karanlıktı. Çok, çok, çok karanlıktı hatta. Her şey, Areas'ın karanlık ruhundan bile daha karanlıktı.

Kral'ın güzeller güzeli eşi, Poros ölmeden çok daha önce ölmüştü. Adamın hırsı kadını tüketmiş, vermeden alma çabası kadını gün geçtikçe soldurmuştu. Areas, sevmeyi dahi beceremeyen bir adamdı. Ve sevmeyi bilmeyen bu adam ülkesindeki herkes tarafından -neredeyse- sevilmiş, daha kral olduğu ilk günlerde ona duyulan saygı yükselişe geçmişti. Sante ırkını diğer bütün ırklardan yüce görenler onun etrafında hızla toplanmış, kurulan güçlü ittifak çeşitli politik oyunlarla farklı düşünenleri susturmuştu. Hatta bizzat Kralın kendisi izlediği ılımlı politikadan vazgeçmişti. Onu dinlemeyen ya da ona katılmayan halkını da korkutarak, katlederek ve kanlarını akıtarak bastırmıştı. Ama şu son zamanlarda, şüphesiz zaferden ve iktidardan ve yüce Sante ırkının yükselişinden daha çok, daha karanlık, daha tutkuyla istediği bir şey -biri- vardı. Kızıl saçlı, parmak boğumlarında kutsallığının göstergesi hilaller doğan, saçlarında sarmaşıklar büyüyen bir Sten... Miaetilra... İsmi kadar aydınlıktı. Adam ona sahip olmak için yedi diyar aşmıştı. Kırk diyar daha olsa bir an bile tereddüt etmeden aşardı.

"Efendimiz..."

Gerisinden gelen sese dönerken bakışları hala batan güneşin son ışıklarındaydı. Ergan'ın terden alnına yapışan saçlarına ardından da yüzündeki memnun ifadeye bakarak yerinde hafifçe yaylandı.

"Söylediğiniz gibi..."

"Doğrul, Ergan."

"Teşekkür ederim yüce kralımız." Saygıyla ellerini önünde birleştirdi. "Kara Orman halkına bir mesaj bırakıldı."

"Güzel," diye mırıldandı. "Çok güzel."

"Üstelik hayatta bıraktıkları kız Miaetilra'nın..." Adamın çatılan kaşlarıyla kendini aceleyle düzeltti: "Kızıl prensesin arkadaşıymış."

"Prensese dair şey öğrenebilmişler mi?"

"Kız konuşmayı reddediyormuş." Tedirgince adama çevirdiği bakışlarını yere eğdi. "Ama yaşadığından eminiz."

"Bu kadarı yetmez, Ergan."

Ağır ağır odanın içinde dolandıktan sonra yeniden cam kenarına ilerledi. Sten Diyarı'nın yeri büyülenmişti. Savaşta ilk alınan önlemin bu olmasını çok akıllıca buluyordu adam ama öfkesi takdir etmekle azalmıyordu. Birinin, tek bir Sten'in Saray'ın yerini söylemesi yeterdi. Ama kimse söylemiyordu. Onca yakalanmış, işkence edilmiş, öldürülmüş Sten'den biri bile söylemeye teşebbüs etmemişti. Genç kadına ulaşmasının bu derece zor olması akıl alır şey değildi. O, Yüce Areas'tı. Bir tanrı soyluydu. Dalgınca çenesini sıvazladı.

"Kimse söylemiyor efendim." Bakışları adamın sırtında dolandı. "Mezardaki dostlarımızın hepsi deniyor ama..."

"Daha çok denesinler öyleyse!" diye kükredi. "Daha çok çaba harcasınlar!" Adamın araya girmesine izin vermeyerek parmaklarını havada savurdu. "Bana Miaetilra'nın yerini bulun!"

"Emredersiniz, efendim."

Adamın çıkmasını buyuran tavrıyla "Yüce Kralımız çok yaşa," diye seslendi. Areas hafifçe başını salladığında, Ergan saygıyla adamı selamlayarak odadan çıktı. Ergan bu kızda bu kadar önemli ne olduğunu anlamıyordu. Sıradan, basit bir Sten'di. Kral istese onun gibi bin tanesi bulunurdu ama adam istemiyordu. Saplantılı bir şekilde kadını burada, bu diyarda ve bu sarayda istiyordu. Ergan bunun saçmalığın ta kendisi olduğunu bilse de bunu asla yüksek sesle dile getirmeye cüret edebileceğini sanmıyordu. Üstelik yalnızca Kral değildi kadına böyle saplantılı olan; bir de küçük kızı vardı. Sürekli Miae'nin ne kadar güzel, ne kadar yüce, ne kadar eşsiz olduğundan bahsediyordu. Sıkıntıyla ensesini ovdu. Bu zırvalıkların hepsi Algos olacak o budalanın başının altından çıkıyordu. Derin bir nefesle geçtiği koridorun sonundaki odaya ilerledi. Yaşlı Por'dan kalma tek gelenek bu odanın hala herkese açık olması olabilirdi. Küçük bir kış bahçesinde buldu kendini. Buranın rahatlatan ve iyileştiren enerjisine her zaman hayran kalmıştı. Gülümsedi. Miaetilra'ya dair her şey aklından çıkarken parmakları yaşlı bir büyücü tarafından yaldızlanmış bitkilere dokundu. Bunların hepsi bir Sten'den Por'a hediye olarak gelmişti. Bu oda, Barış odasıydı. Bir zamanlar, diye düşündü adam. Bir zamanlar onlarla barışacak kadar acizdik. Bu düşüncesine rağmen bitkilerin ışıl ışıl yapraklarına ve sakinliğe kapılmadan, hayran olmadan duramadı. İçeride baharın sesi vardı -ki bu ses uzun zamandır hiçbir yerde duyulmuyordu. Kral'ın aklının başına gelmesini dilerken bir beş dakika daha bitkilerin yanında durdu.

Areas dalgınca pencereden bakmayı sürdürüyordu. Kimse onun Miae'de gördüğü şeyi göremiyordu. Budala kuzenleri hariç... Miae'de zaptedilmez bir çağıltı, yakalanamaz bir gürültü vardı. Kadının bir şarkısı vardı. Bir kırlangıç gibi... Bir kafese yakışmayacak kadar özgürdü. Gözlerini kamaştırıyordu. Yüreğini havalandırıyordu. Miae'nin tehlikeli bir sıcaklığı ve bir canlıyı kendine bağımlı edebilecek tuhaf bir enerjisi vardı. Miae sıradan bir kadından daha fazlasıydı. Adam ona sahip olursa bütün diyarlara sahip olabileceğini hissediyordu. Miae sanki bu savaşı bitirmek için gerekli anahtardı. Hiçbir şey umduğu gibi gitmeyecek olsa da kadına sahip olacağı -daha doğrusu kadının teslim olacağı- günler o kadar da uzak değildi.




Sevgilerimle,

Cansu U.

Kızıl Kraliçe 3: Orman FısıltısıHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin