Kaderin Kırmızı İpliği

2.8K 130 56
                                    

"Tüm yelkenlerim yırtılmış,
Ama ben hala rüzgârdan
Medet umuyorum."

_______________






"Hilal kızım! Nerde kaldın ??" Genç kız daldığı kitaptan başını kaldırdı. "Geliyorum babaanne!" Hızla oturduğu yerden kalktığında, hafif başı döndü. Hastaneden bir hafta önce çıkmıştı fakat henüz tamamen kendine gelememişti. Bedeni, patlamada kaybettiği kandan dolayı hala yorgundu. Ara sıra başı dönüyor, zaman zaman gözleri kararıyordu.
Aşağı indiğinde, babaannesini kapıda onu bekler halde buldu. "Ya ben gelmesem olmaz mı Hasibe Sultan?" "Tübe tübe kızım. Zaten evde kimse yok, sen bi başına düşsen kalsan ben ne ederim sonra?" "Ama babaanne.." "Aması maması yok. Düş bakem önüme." Hilal oflaya poflaya da olsa, Hasibe Ana ile yola koyuldular. Izmir bugün güneşli ve sıcaktı. Ara ara esen rüzgâr ferahlatıyor, sıcak havanın insanı bunaltmasına izin vermiyordu. Kordona sapmadan, ilk hedefleri olan Konağa yöneldiler.


Konak.

Hilal derin bir nefes aldı. Konağa Veronica'yı almak için gidiyorlardı; zaten oraya adımını dahi bir daha atmak istemiyordu. Yunan konağından nefret ediyordu. Ayrıca ister istemez Konak ona yanağı gamzeli bir Teğmeni anımsatıyordu..
Bir haftadır görmemişti onu. Annesi ona, Teğmen Leon'un kendisini bulup hastaneye getirdiğini ve sıhhatiyle çok alakadar olduğunu söylemişti. Hilal iç çekti. Alakadar olmak mı? O yüzden mi geçmiş olsun bile demeye uğramamıştı? Normalde her fırsatta hastanede biten Leon, böyle bir hususta nedense uzak durmayı seçmişti. Kendi kendine kızdı Hilal. Ona neydi ki? Zaten Teğmenin nezaketi, ablasına duyduğu sevgiden dolayı değil miydi..Neden kabullenememişti hala bunu? Neden kalbi mantığına karşı gelmekte bu denli ısrarlıydı? En küçük ilgi belirtisini bile bir şeylere yormaktan vazgeçmeliydi. Genç kız kaşlarını çatıp, bakışlarını ihtişamlı konağa yöneltti. Nefret ediyordu bu konaktan. İşgalcilerden. Herkesten. Her şeyden. Yüzünü yere indirdi ve parmakları istemsizce dudaklarına gitti. Içinde bir anlığına bir kıpırtı oldu; genç kızın yüzü yumuşadı.

"Hasibe Hanım!" Veronica'nın sesiyle birlikte kendine geldi. Hep birlikte konağın önünde onları bekleyen faytona bindiler. Fayton hareketlendiğinde, Hilal'in gözleri, parmaklarındaydı. Buğulu birkaç görüntü belirdi gözlerinin önünde.
Sözler, bir nefes, bir dokunuş.





Bazı şeyler hayâlken bile güzeldi.







__________________

"Önceden de demiştim. Sana demiştim. Oğlun yaşıyor. Ve ne kadar yakınında olduğunun farkında bile değilsin."

Veronica sevinç gözyaşlarına boğulurken, Hasibe Ana onu sakinleştirmeye çalışıyordu. Falcı kadın ise boş gözlerle önündeki anayı izliyordu. Oğlu yaşıyordu, evet. Ama bu, onunla kavuşabileceği anlamına gelmiyordu. Henüz. Önce zorlu yollar, inişler; çıkışlar gözlüyordu yolunu bu kadının. Pusular vardı, engeller vardı. Ama her şeye rağmen, evlat sevgisi de vardı. Onu bulacaktı, bundan kimsenin şüphesi yoktu..

Hilal'den başka.
Genç kız etrafında olan bitene pek bir anlam veremiyordu. Niyeti kimseyi üzmek veya hor görmek değildi, ama ne fala inanırdı, ne de kader kısmet gibi kelimelere. Hilal'in inanmayan kalbi, kadının gözlerinden kaçmamıştı. Genç kız tuhaf bir şekilde ışık saçıyordu etrafına. Gözlerinde başka genç kızlarda gördüğü hayalperest, bencil ışıltı yoktu, belki de bu nedenle dikkat çekiyordu. Mavi gözler kendinden emin, ama bir o kadar da ürkek bakabiliyordu.. Bir şey vardı tanımlanamayan.

Veronica hava almaya çıkınca, Hasibe Ana da ona eşlik etti. Hilal, falcı kadın ile yalnız kalmıştı. Ne diyeceğini pek bilmiyor, ama sessizlikten rahatsız oluyordu. En çok da karşısında oturan kadının bakışları rahatsız ediyordu onu. Başkası tarafından süzülmek en nefret ettiği şeylerden biriydi. Hele bu kadın, onu bir yapboz gibi karıştırıp, çözmek istercesine süzüyordu onu. Hilal sabretmeye özen gösterip, tavana dikti gözlerini.

Esaret.Where stories live. Discover now