Dünyanın dışına atılmış adımdın sen.

32.9K 4.3K 2.4K
                                    

"İnsanlar neden başka bir dünyadanmışız gibi bakıyorlar bize?"

Sevimliydi, Jungkook. Gerçekten de küçük bir çocuk gibi Berlin'in kalabalık sokaklarını gezerken susmak bilmemişti. İçinde yaşamın olduğunu ispat edercesine parıldayan siyah incilerini irileştirip heyecanla yerinde zıplarken bir yerleri işaret etmiş, bana yüzlerce soru sormuştu ya da yaşlı bir kaplumbağa olduğumu iddia ederek beni geride kalmakla suçlamıştı. Sokakları baştan sona adımlarken ona yetişmekte gerçekten de güçlük çekiyordum. Hızlıydı, hayat doluydu Jungkook. Öğrendiğim kadarıyla burada en azından iki hafta kalacaklardı fakat o sanki geçirdiği son günmüş gibi yapabileceği her şeyi çoktan yapmıştı. İçimden bir ses ondan uzak durmamı söylüyordu sürekli. Farklıydı benden çünkü, çok farklı. Jungkook, ben ne değilsem oydu. Neşeliydi mesela, gezdiğimiz süre boyu kendisini tatlı kılan dişlerini göstere göstere gülümsemişti. Hareketliydi ya da masum. İçine saklandığım karanlık dünyama inat ışıl ışıldı. Yeni şeyler öğrenmeyi seviyordu. Yaşıyordu, benim aksime. Dünyayı aydınlatmaya yetecek kadar büyük bir enerjisi vardı. Meraklıydı ayrıca. Sokakta adımlarken bize değen gözlerdeki çirkin bakışları anlayacak kadar da dikkatli. Çok, çok farklıydı.

Dünyanın dışına atılmış koca bir adım gibi...

Dalıp gittiğimi sezmiş olmalı ki birkaç adım ötemde yürürken durup bana doğru döndürmüştü bedenini. Cevabını alamadığı sorusunu yinelediğinde "Bakma onlara sen" dedim. "Onlar, farklı olan her şeyi dışlayan çirkin insanlar."

"Siz de çok farklısınız" dedi birden. Ya üzerimde bıraktığı etkiyi seziyordu ya da gerçekten Stefan kadar küçüktü ruhu. Ne söylediğini bilmeden konuşuyordu. Bu masumluğuydu içimdeki o sese yem veren. Ondan uzak durmalı, masumluğuna leke sürmemeliydim. Kapatmamalıydım aydınlıklarını karanlığımla. Fakat fazlasıyla bencil ruhuma yakıştığı gibi, olacakları daha onunla tanıştığım ilk anda sezsem de yapamadım. Ondan uzak duramadım.

"Nasıl çok farklıyım?"

Hafifçe gülümsedikten sonra çarşıdan aldığı ıvır zıvırları içine attığı çantasını bana doğru uzatmıştı. Sorumu duymazdan gelerek "Kolum koptu sabahtan beri." dedi "Biraz da siz taşısanız olur mu?" Sonrasında cevabımı beklemeden çantayı elime tutuşturup önden hızlı hızlı yürümeye başladı. Karşımda bıraktığı boşluğa bakakalsam da bir an için kafamı hafifçe eğmiş ve gülümsemiştim öylece.

Yeniden ona döndüğümdeyse aramızdaki mesafeyi birkaç saniyede nasıl da açtığına şaşırarak arkasından yürümeye başladım. Hızlı adımlarımla ona yetiştiğimde "Kızmayın ama" demişti. "Sahiden de bir kaplumbağadan farkınız yok Teğmen. Sizi orduya nasıl kabul ettiler?"

"Enerjisi haddinden yüksek olan sensin" diye terslendiğimde sabahtan beri milyarıncı kere yaptığını yaparak gülümsedi. Alışmış olması gereken kalbim bir kez daha teklemişti o böyle yapınca. Fakat ona kızamıyordum da. Gülümsediği zaman ışıl ışıl parlayan gözlerinin kenarına Jungkook'u güzelleştirecek çizgiler ekleniyordu ve kalbimin bu güzellik karşısında teklemesi olağan dışı bir hal değildi.

"Sanıyorum enerjim tükendi bugün için."

Birazdan kurduğu cümle, benim de olmayan enerjimi büsbütün sömürünce yavaşça kafamı salladım ama onunla biraz daha vakit geçirmek isteyen yanımı görmezden gelemiyordum. Sesiyle can bulacak alakasız soruları kulaklarımda çınlasın istiyordum. O önümde hızlıca yürürken arkasında kalıp hareketlerini incelemek istiyordum biraz daha. Ve bu dünyanın en saçma vaziyetiydi.

"Seni konağa bırakayım, o vakit."

Başıyla beni onayladığında bu kez yanımda, adımlarıma uydurduğu yavaş adımlarıyla yürürken "Çok nadir gülümsüyorsunuz" demişti. "Lakin bana sorarsanız sürekli gülümsemeniz gerek." Kafamı çevirip de yüzüne, doğru duyduğuma emin olmak için baktığımda onu çoktan bana bakarken buldum.

"Kaç yaşındasınız Teğmen?"

O, sorudan soruya atlarken bile hızına yetişemiyordum ama kendimi sorusunu cevaplamaktan alıkoyamamıştım. "22"

"Neden gülmeyi bu kadar genç yaşta unuttunuz?"

Gerçekten merak ettiği için sormuş gibi yüzüme cevabımı duymaya sabırsızlanarak bakmıştı. Ne diyebilirdim ki? Hangi nedeni sıralayabilirdim ona? Hangi birini? Her defasında susmayı kendime kaçış bildiğimden yapabildiğim adımladığımız sokağı incelemekten başka bir şey değildi. Konuşmadığımı gördüğünde "Çok sessiz birisiniz" demişti bu sefer de. Sahiden susmak bilmiyordu, Jungkook ve bende ne yoksa onda vardı.

"Belki de gizemli bir hava yaratmaya çalışıyorumdur?"

Söylediğime gülümsedikten sonra "Romanlardaki gibi mi?" diye sordu. Onu başımla onayladığımda tatlıca gülümsemişti. Bundan sonra alışkın olmadığım sessizliğiyle yanımda yürüdü öylece. Hakkımda merak ettiği çok fazla şey olduğunu biliyordum. Hepsinden önce gözlerimi sormalıydı mesela. Belki de gizemli havaya kendini uydurmaya çalışıyordu. Ya da belki de aklına gelen soruları sormamasının bambaşka bir nedeni vardı. Bilmiyordum, fakat neticede Jungkook konağa yaklaşana kadar hiç konuşmamıştı.

"Tanrım, Rosemary!"

Sonunda geldiğimizde heyecanla ileri atılıp konağın avlusunda daha önce hiç görmediğim bir yeri işaret etmiş ve o yere doğru koşturmuştu. Hareketine gülümsemekten kendimi alıkoyamazken ben de onun yanına gittim. Üzerine eğildiği çiçeği köküyle birlikte yavaşça topraktan çıkardığında "Şunun güzelliğine bir bakın!" dedi. Öyle heyecanlıydı ki bunu söylerken elinde tuttuğu çiçeğin güzel olduğunu düşünecektim ben de neredeyse. "Tanrım Berlin'de bulamam sanıyordum."

Yeniden doğrulup heyecanlı bakışlarını bana doğru kaydırmıştı. Bir an için şaşırsa da ardından ifadesini toparlayıp "İkinci kez" dedi. Ben ne olduğunu anlayamadan o, elindeki çiçeğin kopardığı üst gövdesini, kokusunu duyacağım kadar yakınıma sokulduktan sonra sabahki çiçeğin yanına, gömleğimin cebine bıraktı. Çiçeği bıraktığı göğsüme elini hafifçe bastırırken gülümsememin bu sıcak yaz akşamına rağmen suratımda donup kaldığına emindim. Neredeyse elinin altında titreyeceğimi sanmıştım.

"Rosemary sahiden de hüznü dağıtıyor, bugün gülümseyişinizi ikinci defa gördüm."

Yanlıştı. Bahsettiği o çirkin çiçek değildi hüznümü dağıtan. Bilakis ondan çok daha güzel bir çiçek vardı tam karşımda. Dalından koparmaya kıyamadığım kadar güzeldi hatta. Taptaze bir baharı soğuk dünyama taşıyacak kadar güzel.

O çiçeğin, bana el sallayıp konağa girdiğini izlerken bir gün dalından koparılacağını bilmiyordum. Benim koklamaya çekindiğim o çiçeği, solduracaklarını bilmiyordum.

Vernem Nidahen ° JikookWhere stories live. Discover now