Emir 1- Ankara'dan İstanbul'a

Start from the beginning
                                    

-21. perona gidiyoruz, dedi Hasibe Aktürk. Elinde az önce çantasından çıkarttığı, oğlunun otobüs biletini tutuyordu.

Emir annesinin direktifini yerine getirmek için hareketlendi. Otogarın içine girdiğinde dışarıdan az biraz duyulan hoparlör sesinin içeriden oldukça net ve yüksek duyulduğunu fark etti. Hoparlörden çıkan ciddi bir kadın sesi, yolcuların sürekli ortalıkta dolaşıp duran çığırtkanlara kulak asmamalarını rica ediyordu. Yazıhanelerin etrafında dört dönen gömlekli ve kravatlı adamlar sürekli "Ankara- İstanbul on dakika sonra kalkıyor.", "Ankara-Isparta son iki kişiyi bekliyoruz" diye bağırıyor, yolcu toplamaya çalışıyorlardı. Ancak çığırtkanların genelde on dakika sonra kalkacağını vaat ettikleri otobüslerin belli bir kalkış saatleri olmuyor, otobüs ne zaman dolarsa o zaman kalkıyordu. Emir, Uçuran Seyahat'in otobüslerinin durduğu 21 ve 22. perona doğru yürümeye başladı. Ancak otogar bayram bir önceki gün bittiğinden dolayı memleketlerine dönüş yolunda olan insanlarla hınca hınç dolu olduğundan, bavullarını sağa sola çarpmadan ve dengesini yitirmeden tek bir adım bile atamıyordu. Yanlışlıkla çarptığı insanlardan özür dileye dileye perona doğru yaklaştı. Annesine saati sorduğunda on bir buçuk cevabını aldı. Otobüsünün kalkmasına yarım saat daha vardı. Ailecek peronun hizasında ve otogarın iç kısmında bulunan sıralara oturdular. Küçük ablası Fidan, babasının direktifiyle yan tarafta bulunan ve lokum, dergi, oyuncak, yastık gibi şeyler de satan büfeye doğru yol aldı. Döndüğünde elinde beş tane poğaça ve iki şişe de su vardı. Yerine oturduğu anda çaktırmadan paranın üstünü üzerindeki kahverengi, pelüş kürklü montun cebine sokuşturdu. Emir küçük ablasının bu yaptığını görmüş, onun çocukluğundan bugüne değişmeden gelen para üstlerini iç etme huyu karşısında gülümsemişti. Beş dakika sonra Fidan Aktürk'ün söylemiş olduğu çaylar da geldi. Emir, defalarca kez demlenmekten kararmış çayını içmeye ve soğuk poğaçasını yemeye çalışırken bir yandan da Derya Aktürk'le konuşuyordu.

- Hadi okulu bırakıp buraya geldin diyelim. İleride pişman olmayacak mısın? Ömür boyu mutlu mu olacaksın? Diye sordu ablasına yakarırcasına.

-Okulu bırakmışlığım filan yok. Son sene kaydımı Ankara Üniversitesi'ne aldırdım sadece. Zamanında şansım olsaydı zaten, Amerika'ya hiç gitmezdim. dedi ablası inatçı bir sesle. Emir buz gibi poğaçasından bir ısırık daha aldı. Her ısırığında diş etleri üşüyor, garip bir biçimde karıncalanıyordu Poğaçanın tadını sevmemiş olsa da sırf bu duyguyu yeniden yaşayabilmek için poğaçasını boyuna ısırmaya başladı Diş etleri karıncalandıkça karıncalanıyordu. Kaşınan bir yeri kaşıdıkça daha da çok kaşınması gibi bir olaydı bu. Bu durumda ablasının ne söylediğine odaklanmasına imkân yoktu. Ancak gözlerini ablasının kara gözlerinden ayırmayıp, arada sırada kafasını hafifçe sallayarak onu çok iyi dinlemiş ve anlamış numarası yapıyor, kafasını yavaş yavaş salladıktan hemen sonra da poğaçasından bir ısırık daha alıyordu.

-Sen beni dinliyor musun? Diye çıkıştı ablası. Amerika'da yaşamayı neden sevmediğiyle, insanların kafalarındaki terörist algısıyla ilgili ciddi bir konuşma yaparken Emir'in ona hülyalı ve boş gözlerle baktığını fark etmişti.

-İyi de benim sorduğum soruya cevap vermiyorsun ki. dedi Emir. Ömür boyu mutlu olacağını mı düşünüyorsun Hem müstakbel enişteciğimin istikbali çok parlak. İleride Amerika'da bile çalışmalar yapabilir. Sen eşinin peşinden o her fırsatta kötülediğin Ameirka'ya geri dönmeyecek misin?

Ablası henüz iki ay önce bir iş adamının oğlu ile sözlenmişti. Nişanı 2011 başına yapmayı planlıyorlardı.

- Peşinden gitmek? Ablası gücenmiş gibi görünüyordu. Sesini inceltmişti. Emir bu ses tonunun hayra alamet olmadığını fark edebiliyordu.

Delik (Roman)Where stories live. Discover now