Aslı Yurda Varıyor

1.4K 26 9
                                    

 ''Beşiktaş vapurumuz harekete hazırdır. İskeledeki yolcuların vapura binmeleri önemle rica olunur.''

Anonsu yapankadının sesi uyarıcı etkisi yapmış olacak, iskelede avare avare yürüyen insanlar bir anda telaşla vapura doluşmaya başlamışlardı.

''Beşiktaş vapurumuz harekete hazırdır. İskelede bulunan yolcuların vapura binmeleri önemle rica olunur.''

İkinci anons duyulduğunda artık birbirini iteklemeye başlamış olan kalabalık vapura doğru son adımlarını atıyordu.

''Beşiktaş vapurumuz hareket etmiştir.''

-Gel abla gel! Gelin gelin!

Halatları iskele babasından çıkartmak üzere olan vapur çalışanı iskelede kalan kadın ve çocuğuna sesleniyordu.

Uzun gri pardösülü, başörtülü kadın üç yaşlarındaki çocuğunu elinden çekerek koşar adım vapura yaklaştı. Çocuğunu elinden tutup havaya kaldırarak vapurun güvertesine fırlattı. İskele ile vapurun arasındaki mesafeye bir saniyelik bir bakış atıp hesabını yaptı ve pardösüsünü elleriyle yukarı çekerek ustaca güverteye doğru zıpladı.

Üzerinde büyük harflerle Caddebostan yazan vapur, üçüncü anonsun sonunda Kadıköy'deki Beşiktaş İskelesi'nden demir aldı. Bu emektar vapur, yıllar boyu durmaksızın her gün binlerce kişiyi iki kıt'a arasında getirip götürmüş, buna karşın tek bir gün olsun bu durumundan şikâyet etmemişti. Mürettebat tarafından güvertesine öylece bırakılmış, gençliğinde masmavi olan halatları artık kahverengiye çalıyordu. Bu bile onun emekliliğinin çoktan geldiğinin bir işaretiydi. Şimdi de, her zaman olduğu gibi tek ses etmeden, sızlanıp mırıldanmadan yolcularını masmavi Marmara Denizi'nin üzerinde, Asya'dan Avrupa'ya taşıyordu.

İstanbul'un iki kıt'ası da her zamanki gibiydi. Asya yeşil ve sade, Avrupa görkemli ve kirli... Boğaz havası İstanbul'un eylül ayından beklenilen şekilde hafif rüzgârlıydı. Bembeyaz bulutların arasından yükselen güneş, temmuz ayındaki ihtişamını kaybetmiş olsa da, kasımda dönüşeceği depresif haline meydan okurcasına ışıldıyor, İstanbullulara "Bende hala iş var." demeye çalışıyordu. İstanbul manzarasını seyreden ve Beşiktaş'a gitmek üzere vapura binmiş olan yolcularda da bir değişiklik görünmüyordu. Her gün ikindi vapuruyla işlerinden dönen yorgun insanlar, heyecanlı bir şekilde Boğaz'ın güzelliklerini çekmeye çalışan turistler, boğaz havası almaya çıkmış emekliler, hatta şu anda geminin ikinci kat yolcularına çok amaçlı tırnak törpüsü satmakta olan Burhan Bey... Karabataklar balık gördükleri anda Boğaz'ın serin sularına kafalarını sokup çıkarıyor, martılar sevinç çığlıklarıyla Boğaz'dan geçmekte olan gemilere eşlik ediyor, küçük balıkçı tekneleri şiddetini artırmaya başlayan rüzgar yüzünden bir sağa bir sola savrulup duruyorlardı. Caddebostan, her şeyiyle normal bir akşamüstünde, dalgalar arasında ışıldayan yakamozları yeni gelin edasıyla nazlı nazlı geçiyor, denizin üzerinde sakince süzülüyordu.

İstanbul'un tüm bu nazlı ve sakit hallerinin aslında bir yanılsama, İstanbul'un onunla yeni tanışanlara oynadığı bir oyun olduğunu bilmeyen Aslı Toker, hemen herkeste gözlemlediği bu "kendinden geçiş" halini anlamlandıramadı. Teyzesiyle birlikte Caddebostan'ın üst katına çıkmış, geminin kıç tarafında yanlamasına uzanan tahta sıralardan birine oturmuşlardı. İçinde bitmek tükenmek bilmeyen bir çoşku vardı. Öyle ki, yanındaki teyzesini bile içine çekmeyi başarmış olan İstanbul Sendromu'ndan muzdarip tüm bu insanları silkelemek, yeniden canlandırmak, yüzlerine karşı "Uyanın da bir etrafınıza bakın! Şu Kız Kulesi'nin, Sultanahmet'in, Ayasofya'nın, Galata Kulesi'nin, iklimin, denizin güzelliğini neden bir tek ben ve turistler görebiliyoruz?" diye sormak istiyordu.

Delik (Roman)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin