(13.Bölüm-1)

3.4K 370 129
                                    


Selam okurcanlar, hepinize selamlar :)

Bakalım bu bölümde neler olacak...

&&&



"Amaninn! Selinnn!"

Eminim ki, Şehriye abla şuanda şaşırmaktan elini ağzına götürmüş, aklında binbir türde fantezili hikayeler kurmuştu. Bütün hikayelerinin sonuna eminim ki kendisini eklemiş, fantezili sahneyi basan karakter olarak ortaya çıkmıştı.

Şüpheci ses tonuna bir de heyecan eklenmişti."Kimsin len sen, Selin'imin yatağında çıplak ne halt yiyorsun. Yoksa sen ona..."

Şehriye ablanın bu aptal senaryosuna devam etmemesi için dolabın içinde taytımı hızlıca giydim, kapağını açtım. Bidon gibi yere yığıldım. Şehriye abla gözlerini pörtleterek çığlık attı. "Hihh! Yoksa sana şey yaptı da dolaba mı kapattı?"

"Saçmalama Şehriye abla ya! Saçma sapan sahneler kurgulama şu aklında. Öyle bir şey yok, sil aklından. Hiç olmadı!"

"Dolabın içinde ne yapıyordun o zaman?"

Köşeye sert sorularla sıkıştırmaya başlamıştı. Çenemi kaşıyarak ufak da olsa zaman kazandım. "Şey yapıyordum abla, çok basit."

"Ne yapıyordun gız, bana doğruyu söyle."

"Giyebileceğim bir kıyafet arıyordum tam o sırada sen içeri girdin."

"Amanin bir de bu huyun mu başımıza çıktı."

"Dışarıdan bakınca olmuyor ablaların bitanesi. İlk önce içeri dalacaksın, kapını kapatacaksın, telefonun ışığını açıp teker teker inceleyeceksin, şöyle bir de içerde denedin mi tamam. Oh mis! Ne gerek var dışarıda iki saat bakmaya. Allah muhafaza bel fıtığı falan olursun."

Verdiğim etkili cevaplar kafasını o kadar karıştırmış olacak ki adeta matematik dersinde tahtaya zorla çıkıp hiçbir şey bilmediği halde düşünüyormuş gibi yapan ardından hocanın yardımıyla soruyu yapıp, sevinen öğrenciler gibi oldu. "Afferin gız Selin! Ben bunu neden hiç düşünemedim. Ben de diyorum benim bu belim neden hep ağrıyor."

"Tabi Şehriye abla ne zannettin. Öyle iki saat dışarıdan bak, bir o askılıyı al bir onu. Sonra giy çıkar. Ne gerek var, gir içeri gümbür gümbür işini hallet çık."

"Ee bu çocuk neyin nesi, senin yatağında neden çıplak yatıyor?"

"Sadece tişörtü yok Şehriye abla, abartma."

"Bir de bana bunu savunma Selin, bu çocuk sana ne yaptı. Yoksa düşündüğüm şey mi?"

İşte yine o basılma sahnelerindeki o pis bakış... Benden masum bir itiraf bekleyen ruh hali feryat figan etmiş, dikkatli, gergin bakışlarla adeta bedenimi göz hapsine sokmuştu.

"Hımm. Bu kim biliyor musun?"

"Bilmiyorum gız sana soruyorum işte."

Ayaz'ı keserek yardım etmesini bekledim ama yerinden kıpırdaman yarı felçli ihtiyarlar gibi suratımı dikizliyordu. İşaret parmağımı üstüne tutarak, "Şehriye abla, bu çocuk Suriyeli!"

"Ney! Amaninn, o da nerden çıktı."

Yatağın ucuna oturarak, onu da davet ettim. "Sorma be ablaların gülü, bunlar var ya çok kötü durumda. Savaştan çıkmış bu çocukta, bak eli gözü kan reva içinde."

Telaş içinde ellerini birbirine vurdu, dudaklarını ısırdı. "Amaninn! Bunlar hep savaşta mı olmuş? Yazık yavrucağa."

"Sorma ablaların gülü, zor kurtarmış canını. Ben de insani görevimiz diyerek yardım etmeye çalıştım, fena mı yapmışım."

"Fena olur mu hiç gız, çok da iyi yapmışsın, sevap olmuş," dedi, gülümseyerek Ayaz'a baktı. "Kaşı gözü de fena patlamış, yazık yazık! Adı ney bunun?"

Yanaklarımı şişirip aniden cevap verdim. "Abbas Bin Veled"

"Ney bin veled?"

"Abbas"

Kafasını garipser biçimde salladı, yazmasını düzelti. "Ayy! Ben kendi ismime garip diyordum, bunun ki benden de garipmiş."

"Seninki güzel, sen niye şey ediyorsun ki?"

"Neresi güzel gız, şehriye diye isim mi olur? Çorba gibi isim, zaten çorbası da var," dedi, Ayaz'a döndü. "Dur ne şu yavrucağa bir çorba kaynatayım sevaptır," dedi, paldır küldür odadan çıktı, merdivenlerden indi.

"Yuh be kızım, Suriyeli ne ya? Hayır şöyle güzel atsaydın bari; Kanada, Norveç, İsveç tarzı..."

Yanına oturarak kafasına hafif fiske vurdum. "Sen bir kere esmersin şapşik. O saydıklarının hepsi sarışın insanlar için."

Parlak bir fikir bulurmuşçasına yanaklarını seğirttirdi. "Kore falan da mı olmaz?"

Aniden parmaklarımla gözlerine eğilerek, iki yana gerdirdim. Ayy! Aynı çekik gözlülere benzedi, aşırı şeker. "Bak şimdi oldu, aynı Kim Joong'a benzedin, yerim ben seni ya."

"Tamam bırak artık gözlerimi Selin, oyun hamuru gibi oynama acıyor. Üstelik koluma basıyorsun. Ağğ!"

"Çok pardon," diyerek yerimden fırladım. "Benden istediğin başka bir şey var mı?"

"Yok! Ama var, şey şu üstümü giyinmeme yardım eder misin?"

"Ederim tabi," diyerek bordo tişörtünü elime aldım. Kolunun acımasına özen göstererek usulca üzerine geçirdim. Sırıtarak baktı. "Ellerinde pamuk gibi, yumuşacıkmış."

"Şimdi koluna çimdik yiyeceksin Ayaz!"

"Kötü bir şey demedim ki! Yumuşak işte pamuk gibi inanmazsan bir daha dokun bana," dedi sırıtarak ayağa kalktı. "Artık gitmeliyim, her şey için saol."

"Emin misin? Daha tam iyileşmedin."

"Artık gitme zamanı," derken içeri Şehriye abla daldı. Elinde de bir tas çorba duruyor. Sıcak mı sıcak, dumanından belli püfür püfür tüttürüyor.

"Abbas! Otur evladım sana şehriye çorbası yaptım!"



2.PART DEVAM EDİYOR...


Çılgın DersaneHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin