~ 7. BÖLÜM ~

583 53 12
                                    

BÖLÜM ŞARKISI: Bran - An Hini A Garan 

Çok geçmeden sınıf eski gürültüsünün de üzerine çıkarak bir bulamaç oluverdi. 

"Herkes sussun!"

Kafamı kaldırdığım an, edebiyat hocasının sınıfa girdiğini gördüm. Sınıf aniden sessizliğe büründü.

"Dedikodularınızı okul dışına saklayın. Burası ciddi bir müessese ve kaliteli bir kurumdur. Bilmediğiniz şeyler üzerinde konuşmaya ne kadar da bayılıyorsunuz!"

"Hocam, çatıdan düşen adam hastanedeymiş." dedi biri.

Edebiyat hocası, burnundan soluyan bir öfke ile cam gözlüklerinin altından o öğrenciyi göz hapsine aldı. Kızcağız, söylediği şeye çoktan pişman olmuştu.

"Çık dışarı."

Parmağını sınıf kapısına doğrultarak bunu demesi, tüm sınıfı daha çok ürpertti. Kız ayağa kalktı, kapıya doğru bir adım atmıştı ki ben de hemen peşinden kalktım.

"Hocam," dedim. Sınıf bana döndü. "Bunu yapmaya hakkınız yok, kimse kötü bir şey söylemedi."

Hoca, kısa topuklarını vurarak yanıma geldi. Tam önümde durdu, çatılan kaşlarından bir tanesi zoraki bir hamleyle havalandı. Benden kısa olması, kendimi tuhaf hissettiriyordu.

"Öyle mi hanımefendi? Sen de çık dışarı."

"Ned-"

"Çık!" diye bağırdı. "Utanmaz!"

Sınıfa göz ucuyla bir bakış attım, herkes pür dikkat bizi izliyordu. Diğer kız ise çoktan sınıftan çıkmıştı. Hocaya tekrar baktım, işaret parmağı halen sınıf kapısını göstermekteydi. Çantamı avuçladım, sınıftan çıktım. Kapıyı kapattığım an, kızın ağladığını gördüm. Çantamı yere bıraktım.

"Neden ağlıyorsun?" diye sordum. Bu kızla daha önce hiç konuşmamıştım.

"Neden mi ağlıyorum?" diye soruma hıçkırıklı bir soru bıraktı. "Görmedin mi, tüm sınıfın içinde bana bağırdı. San-sanki kötü bir şey sormuşum gibi."

Tereddüt ederek omzuna elimi koydum.

"Sen kötü bir şey sormadın."

Bana birden sarıldı, başını omzuma bırakarak ağlamaya devam etti. Ne yapacağımı bilememezliğin verdiği çaresizlik ile sağ elimi yavaşça sırtına koydum, aşağı yukarı belli belirsiz hareket ettirdim.

"Sen çok cesur birisin, o hocaya daha önce kimse böyle bir çıkış yapmamıştı." dedi.

Benden ayrıldı, gözyaşlarını hırkasının ucuyla kuruladı. Benim cesur olduğumu söylemesi, ona acımayla bakmamı sağladı. Çünkü hocaya haklı olmadığını söylememin, cesurlukla bir ilgisinin olduğunu düşünmesi çok da normal bir şey değildi. Sonuçta hoca dedikleri de bir insandı. 

İnsanlığın basitliği karşısında eziliyorum çoğu zaman. Karşımızdaki insanın, bizim her bir hareketimizde ne düşüneceğini, ne hissedeceğini düşünerek endişeleniyoruz. Bakın, empati olayı ile karışmamalı bu. Bahsettiğim şey, "benliğimizden çıkma" durumu. Karşımızdakinin hoşuna gidelim, ona itici veya kötü biri gözükmeyelim diye yaptığımız, "benliksiz" davranışlar. Halbuki, belki biz itici, soğuk ve kötü biriyizdir? Olamaz mı? Her insan bu dünyada sempatik, samimi ve iyi mi olmak zorunda? O zaman nerede bizim "farklılığımız"? Nerede "insan" olmak? Hatalarımız, kusurlarımız nerede?

Belki de "insan" hataları ile samimi oluyordur. Her daim iyi olan bir insan, mutlak bir samimiyette midir? Biz, insanlar, hata yaparız. Yapmak zorundayız. Bazen kötü de oluruz, çünkü her insanın hayatında "nefret ettiği insan" modeli bulunur. Sen, o insandan nefret ederken, bir başkası senin nefret ettiğini dünyasının en iyi insanı kabul edebilir. Bu böyledir. Her insanın bizi sevmesi elimizde değildir. Sen çok iyi, samimi ve sempatik bir insan olduğunu düşünürken, karşındaki bir başka insan seni gülücükler saçan samimiyetsiz biri olarak görebilir. 

Lakin dediğim gibi işte, kendimi bulamıyorum. Sorunun en başı da burada başlıyor. Ben kimim? Birisine samimi davranıp da huzurlu hissederken, birine samimi davranıp huzursuz hissediyorum. Veya birine soğuk davranıp huzurlu hissederken, birine soğuk davranıp huzursuz hissediyorum. Bir ortamda çok neşeliyim, bir diğer ortamda çok mesafeliyim. Kendimi bukalemun gibi hissediyorum, nasıl davranmam gerektiğini bilmiyorum. Çünkü bazen kendi kendime diyorum ki, sen neşeli bir kızdın Lamiya ve aslında içinde bir yerler senin onları harekete geçirmeni bekliyor. Fakat bir diğer tarafımsa, sen belki eskiden neşeliydin tamam lakin yaşadığın şeyler senden o neşeni götürdü. Neşeli olmaya çalışarak, kendini karşındaki insanlara yapmacık ve "herkeslemiş" gösterme diyor. Ne yapacağımı bilmiyorum, bilmediğim gibi de samimi davransam huzursuz, mesafeli davransam yine huzursuz oluyorum. İçimden gelen şekilde yaşamaya çalışsam dahi bu böyle olmaktan vazgeçmiyor. Ah, o kadar ah ki, yolda yürürken tam önümde ön iki bacağının hemen arkasından arka iki bacağını simetrik bir şekilde yürüten kedi görünce, keşke bu dünyaya kedi olarak gelseydim demekten kendimi alamıyorum.

Değişimden korkuyorum belki de. Yeni beni kabul edemiyor da olabilirim. Eskiden neşeli biriyken şimdi o neşemden eser kalmamış oluşunu kabul edemiyorum. Kim olduğuma dair keskin kalıplar belirlemişim kendime ve o kalıpları kırıp atamıyorum. Halbuki insan değişir ve dönüşür, bu iyi bir şeye olabileceği gibi kötu bir şeye de olabilir. İyi ve kötü algımız bile zaman içinde değişebilir. 

"Hadi, elini yüzünü yıkayalım."

Kızı, kızlar tuvaletine götürürken, burnunu çekerek "Adım, Eftalya." dedi.

"Lamiya." diyerek ona cevap vermiştim ki, koridorun sonunda bir çift gri göz görmemle yüreğim ağzıma geldi.

"Sınıfa ilk girdiğinde, içimden bu ne tuhaf bir kız diye düşünmüştüm. Gerçekten tuhaf birisin fakat," Gülümsedi. "Sınıftaki tüm kızlardan farklı bir havanın olması kötü bir şey değil."

Onun benim hakkımda anlattıklarını dikkatle dinliyormuşum gibi gülümseyip başımı aşağı yukarı sallıyordum fakat Eftalya konuşurken, aklım kesinlikle zihnime "Yanıma gel." diye fısıldayan Boğaç'ta idi.

Kızlar tuvaletine, koridorun sonuna iki adım kala geldik. İçeri girdik, Eftalya'ya ne tür bir bahane sunup da onu yalnız bırakacağımı bilmiyordum.

"Ben tuvalete gireceğim." dedi, içimden derin bir oh çekerek, "Tabii." dedim ve Eftalya en son kabinlerden birine girer girmez kızlar tuvaletini sessizce terk ettim.

Koridorun sonuna gittiğim an, Boğaç'ı duvara yaslanmış bir halde buldum.

"Soracağın tüm soruları unut." dedi ben ona soru sormak için derin bir nefes alırken.

"Çatıdan itip de yere düşürdüğüm adam, gerçek bir insan deği. Dönusumunu tamamladı, ağabeyin gibi. Yani çatıdan düşmesi onu öldürmez."

"Bir saniye, bir saniye." diyerek durdurdum Boğaç'ı. "Ağabeyin gibi derken?"

"Kurbanımın ailesini önceden araştırmış olmam, normal değil mi sence?" dedi o sakinliğinden bir an olsun taviz vermeyerek. Fakat, kastettiğim şey ailemi araştırmış olması değildi. Tamam, bu da yerine göre ilginç sayılabilirdi fakat bahsettiğim şey; ağabeyimin aslında ölmediğini söylüyor olmasıydı.

"Bahsettiğim şey bu değil!" dedim sesimi yükseltip, Boğaç'ın bir yakasını avcumla kavrarken. "Sen, daha demin ağabeyimin-"

O kadar kayıtsızdı ki, bir an için dünyanın en aptal insanı karşımda zannettim. Beni dinlemiyordu. Yakasını daha sert kavradım. "Anlatmak istediğim şey, ağabeyimin ölmediğini söylüyorsun."

Öfkem tavan yapmış durumdaydı ve karşımda iki saniyelik bir duraksamadan sonra ağzından yalnızca "Yoksa sen ağabeyinin öldüğünü mü sanıyordun Lamiya?" cümlesi dökülüverdi. 

-

Instagram: vildanVNK

Twitter: vildanVNK

Hikayelerim için olan Instagram: vildannurkaraoglanhikayeleri

-

Olumlu-olumsuz tüm eleştirilerinizi ve beğenerek olsun, yorumlayarak olsun, arkadaşlarınızla paylaşarak olsun, desteklerinizi bekliyorum. Şimdiden teşekkür ederim.

Kendinize iyi bakın. :')

LAMİYAWhere stories live. Discover now