~ 5. BÖLÜM ~

756 67 9
                                    

İçime bir anda kasvet çöktü. Ağırlaşan bedenimi ayağa kaldırdığım an, Boğaç ellerini bıraktı ve benim sakin bakışlarım eşliğinde yere yumuşak bir iniş yaptı. "Aşağı gel." diye zihnime fısıldadı. Daha çok irkildim. Onun benim zihnimde ne işi var?

"İyi misin Lamiya?"

Feride Hanım'a döndüm bu sefer. Başımı sağa sola salladım. İyi değildim, gerçekten hiç iyi değildim.

"Bu seferki seyansı burada bitirsek olmaz mı?"

Feride Hanım biraz düşündü, ardından olumlu bir yanıt vererek bana reçete yazıp elime tutuşturdu.

"Kendine iyi bak Lamiya, görüşmeleri aksatma."

Cevap vermeden odasından çıktım. Anneannemi bekleme salonunda buldum. Eline reçeteyi sıkıştırdım, bir soru sormadan önce ben ona "Eve kendim gelmek istiyorum." dedim. Evimiz iki üç sokak aşağıdaydı, buna izin verecekti.

"Neden?" diye sordu önce. "Feride Hanım ile ne konuştunuz? Daha öncekilere göre bu konuşma kısa sürdü."

"Anlattım bir şeyler." diyerek geçiştirdim.

"Sen iyi değilsin."

Anneanneme yüzümü tamamen dönerek gülümsedim. Hiç içten değil.

"İyiyim, sadece bunaldım. Eve yürümek istiyorum, lütfen."

Anneannemle bir süre daha bakıştık fakat sonunda pes etti. "Pekala kızım." dedi. "Ben o zaman gidiyorum."

Başımı aşağı yukarı salladım, onu onayladım. Kliniğin kapısından, arkasına bakarak çıktı. Ona güven veremiyor muydum acaba? Beni hala deli mi zannediyordu? Fakat... Ben zaten deli değil miyim? Bundan emin olamıyorum işte. 

Bahçeye çıktım. Boğaç'ı gördüğümden eminim fakat nereye gitmiş olabileceği hakkında en ufak bir fikrim yok. Pekala... Yürürken düşünelim... Onu bulduğum vakit, elbet karşıma çıkacak, ne soracağım? Direkt saldırıp. beni neden korkuttuğunu falan mı sormalıyım? Fakat bunun cevabını biliyorum... Veya... Onunla hiç konuşmadan, direkt ona saldırıya mı geçsem? Bu ne kadar doğru ve başarılı bir uygulama olur? Onun karşısında kazanma şansım yüzde kaç? 

Zihnimde yankılanan bir erkek sesinin hırıltısı ile birlikte boğazıma bir el yapıştı ve beni duvara yasladı. Gözlerim fal taşı gibi açılmış, ellerim ise boğazımı kavrayan kollara can havliyle sarılmıştı. Boğaç, tam karşımdaydı işte. Göz bebeklerinin griliği, beyaza bulanmış ve kaybolmuştu. İçime giriveren korku perdesini araladım, gözlerine daha dikkatli baktım. Korkumun üzerine gitmezsem ondan daha çok korkacağımdan adım kadar emindim çünkü.

Beni bahçedeki kuytu bir alana sürükledi ve boğazımı bıraktı. Birkaç kez öksürdüm.

"Ne o?" dedim tek kaşımı kaldırarak. "Senden korkmuyorum."

Elindeki eldivenleri, parmak uçları ile çıkardı ve yere attı. O ana kadar, eldiven taktığını bile fark etmemiştim.

"Bilekliğin sende olduğunu biliyorum Yarım."

"Yarım..." Kaşlarımı kaldırdım. Biliyordu, benimle tanışmadan önce benim kim olduğumun farkındaydı. Beni araştırmıştı bile... İsmimin anlamını bilmesinden, o zaman da bana "yarım" vurgusu yapmasından anlamıştım bunu. 

"İsminin anlamı gibi." 

Cümlemi o tamamlamıştı. Keskin bakışları ile beni sakinliğini koruyarak izlemeye başladı. Bakışlarındaki sert ifade, hiç istifini bozmadı. Benden uzaklaşır gibi olduğu an, sağ yanağına şiddetli bir yumruk attım. Beklemediği anda gelen yumrukla afalladı, kendisini toparlamasına izin vermeden koşmaya başladım. Kliniğin bahçesinden çıkmış, sokağın sonuna gelmiştim ki beni belimden yakaladı. Birden havalandık, yüksek bir ağaca çarparak oturdum. Hemen arkamdaydı, sırtım gövdesine yapışık bir şekilde nefes nefese kalmıştım. Onun da benden bir farkı yoktu.

"Bırak beni." diye tısladım nefesim düzene bindiği an. Kollarımı tutan parmakları sıkıydı, canım yanıyordu. Biraz çırpındım fakat olacak gibi değildi.

"Bana yumruk attın." dedi sol kulağıma doğru.

"Beni az daha boğacaktın! Bir daha olsa, bir daha yumruklarım. Biz düşman değil miyiz?"

Cevap vermedi. "Ne kadarını biliyorsun?" dedi birden.

"Neyi?!" diyerek bağırdım. Kollarımı feci şekilde acıtıyordu. Dişlerimi sıktım.

"Beni?"

Benim aksime, öfkesi kolayca dinmişti veya saklamayı iyi beceriyordu. Çünkü sesi net, stabil bir tondaydı.

"Beni bırak!"

"Bir soru sordum. Beni, tüm bu olayları ne kadar biliyorsun?"

Sıkılı dişlerimin arasından çıkan gürültülü nefes beraberinde güldüm.

Kollarımı tutan parmakları gevşemeye başladığı zaman onu ittirdim ama kendi dengemi bozmaktan öteye gidememiştim. Boğaç'ın dengesi iyiydi, vücudu epey sertti. Başımı arkama, ona, çevirdim. Gözleri bir gözümden diğerine yavaşça geçerken, ondan ürpermemek elde değildi.

"Bir kez daha söylüyorum," dedim onun tuhaflığını umursamayarak. "Benden uzak dur Boğaç." Sorduğu soruyu cevapsız bırakmıştım. 

Onu tekrar itmeye çalıştım, itemedim. Aşağı baktım, yerden çok yüksekteydik. Ağacın gövdesine oturmuş olduğu için, eğer yere inmek istiyorsam Boğaç'ı aşmam gerekiyordu.

"Duramam."

Kaşlarımı çattım. Sağ tarafımdaki dala aniden atladım ve ağaçtan yavaşça aşağı indim. İndiğim gibi, Boğaç'ı önümde buldum. Yüzündeki ciddiyet hiçbir zaman kendini serbest bırakmıyordu, belki de Boğaç bu ciddiyetle doğmuştu. Yüz ifadesi böyleydi, çekik gri gözleri sert bakmaktan öteye gidemiyordu.

Onunla bir süre bakıştık. Üzerinde korkutucu bir sakinliği, bununla birlikte gelen ürpertici tavrı vardı. O bana nasıl bakıyorsa, benim de ona öyle baktığım kesindi çünkü boynumdan geçen şah damarından buz gibi bir şeyin aktığını hissettim. İşte şimdi, gerçek bir soğuk kanlıydım. Gözümü dahi kırpmadım, kılımın oynamış olması imkansız... Tüm dikkatim, beni avlamaya ant içmiş avcımdaydı ve ona izin vermemek için kendime ant içmek üzereydim.

"Ne demek istiyorsun?"

"Anlayacaksın."

İşte şimdi oyunun içindeydim, artık tüm bu olanlara inanamama gibi bir lüksüm yoktu. Bir anda kendimi burada nasıl bulmuştum, ne olacaktı, hiçbir fikrim yoktu ama işte buradaydık; genlerim, uykudan uyanmışlardı. 

-

Instagram: vildanVNK

Twitter: vildanVNK

Hikayelerim için olan Instagram: vildannurkaraoglanhikayeleri

LAMİYAKde žijí příběhy. Začni objevovat