11. Bölüm - KAN VE GÜÇ

1.4K 130 24
                                    

Martin Luther.

Duruşma sırasında yargıçlara seslendi. "Milleti cehennemle korkutup, cenneti para karşılığı satıyorsunuz. Sıkıysa cehennemi satsanız ya?" Duruşma salonunda, şeytanın bile ellerini arkasında bağlayarak izlediği bir sessizlik oluştu. Bütün herkes şaşkınlıkla birbirine bakarken şeytan riyakârca güldü. Yargıçlardan biri;

"Cehennemi kim alır ki?" diye sordu alayla. Şeytan, gülümsemesini büyük bir özveriyle genişletti.

Martin Luther, "Ben alıyorum, neyse parası vereyim," dedi. Şeytan yine kibirle güldü. Cehennemi, Martin Luther'e bedavaya verdiler. Martin, kapının önüne çıkarak duruşma neticesini merak eden binlerce kişiye döndü yönünü. " Cehennemi satın aldım, benimdir. Bundan sonra oraya kimseyi almayacağım, korkmayın,"diye duyurdu. Şeytan, cehennemi yerle bir edip, aynı sarsıntıyla yeniden var edecek bir kahkaha koyuverdi. Cehennem korkusu ve kilise baskısından kurtulan halk, özgür beyinlere sahip oldu!

Bir avuç dolusu cümleyi satırlara öylece serpiştirirken yazmak öyle kolay gelmişti ki, her bir kelimeyi rastgele birbiri ardına dizerken hiçbiri buna itiraz etmemiş, beni oldukları yerde kusursuz durdukları konusunda ikna etmeyi başarmışlardı. Oysa bu koca bir yalandı. Bütün kelimeler bir yay gibi gerilen satırlardan boğazıma saplanırken ait oldukları yere dönüyor ve gerçek bir kez daha acımasız bir pençe atıyordu olduğu yere. Pençenin verdiği acı zamanla geçse de, izi orada ki daimliğini arsız bir istekle koruyordu. Dilimin ucuna kadar gelip debelenen bütün harfleri geri yuvarlayıp muaf olmalarına ısrarla müsaade etmiyordum. İçimde kokuşan ceset belki de öldürdüğüm cümlelerime aitti. Ruhumun içinde olduğu serzeniş bir isyan mertebesine taşınmış neticesinde oluk oluk kan arzusunu tetiklemişti. Onun için önemli olan mezarın biraz daha büyümesiydi. Mezar ne kadar büyürse o kadar tatmin olacak, çürümüş ceset kokuları ona bir o kadar haz verecekti. Bu kana susamışlık değildi. Bu daha çok açlıktı. Dayanılması daha uzun süren, dayanılamaz hale geldiğinde ise hiç doymayacakmış gibi hissetmekti. O hissin büyümesine neden olan tek şey ise bu bitmek tükenmek bilmeyen hudutsuz intizardı. Albay'ın yüzünde ki ifadeyi çözümlemesi güçtü. Zafer kırıntıları kendini gösterse de bu ifade kesinlikle zafer değildi. Gözlerinin çökmüşlüğü, çıkan fırtınada okyanus sularının kendini oradan oraya savuruşu kadar çaresiz gibi görünse de duruşu ve sözleri tam aksini söylüyordu.

"Neden yaptın?" diye sordum çaresiz bir yakarışla. Bunun doğru olmadığını duymaya ihtiyacım vardı. Eğer Albay, o an inkâr etseydi kuşkusuz kollarına bırakırdım kendimi. Sert kollarının arasına bedenimin savunmazsızlığını öylece emanet edebilirdim. Tek bir cümle çıkmasını bekledim dudaklarından. Aksini belirten herhangi bir cümle... Fakat Albay dürüsttü. Yaptığı şey ne kadar kötü olursa olsun bunu asla gocunmadan söyleyecek kadar afifti. Tetiği Albay'ın çekmemiş olması umurumda bile değildi... Tetiği başkası çekmiş olsa bile Serdar'ın tenini parçalayan kurşunlardan birisi Atilla Tekin'in ta kendisiydi. En az tetiği çeken kişi kadar suçluydu gözümde. Oysa hâlâ bunu kabullenmek istemiyordum. Kendime bunu hiçbir şekilde izah edemiyordum.

"O gün evden hiç çıkmamalıydın," dedi geç kalınmış bir uyarı olduğunu vurgulayarak. Ne var ki hangi günden bahsettiğini tam olarak anlamamıştım. Cümlesinde ki iğneler kulağıma baskı uygulasa da bunun sebebini bilmiyordum. Belki de kulağıma ilişecek herhangi bir kelimeye kapatmıştım duyularımı.

"Serdar'ın ölümünden sorumlu her kim varsa bulacağım, Albay," dedim kendimden emin bir sesle. Ses tonumda ki tehdit onu rahatsız etmiş gibiydi. Tek kaşının havalanmasından onu rahatsız edecek bir cümle kurduğumu anlamıştım. Albay beni tanıdığını sanıyordu fakat ben onu, onun beni tanıdığını sandığından daha fazla tanıyordum. Ben onun için sadece bir kız çocuğuydum, oysa o benim için hayran kalınacak birisiydi. Benim onu gözlemlediğim kadar onun beni gözlemlemiş olması imkânsızdı. Onu hezimete uğratmış gibiydim. Adım adım üzerimize doğru yürüyen adamlarına baktı göz ucuyla. Fırtınaların koptuğu deniz mavisi gözlerini bana çevirdiğinde biraz öncekinden daha canlı olduklarını fark ettim. Aklına bir şey gelmiş gibi elini kaldırıp adamlarının durmasını sağlarken bu hareketi omuzlarımı düşürmeme neden olmuştu. Boş tehditler savurduğumun farkındaydım, en azanından Albay için içi boş laflardı bunlar. Eğer isteseydi karşısına dikildiğimiz ilk saniyede etkisiz hale getirtebilirdi bizi, bunu biliyordum. Oysa bunu yapmamış, içimdekileri dışa dökmeme fırsat sunmuştu. Kafasında ne planladığını bilmiyordum ama eğer Albay'ı azıcık tanıdıysam kafasında dönen yılanlar benimkilerden zehirliydi.

CENNETİN YANLIŞ TARAFIWhere stories live. Discover now