10. Bölüm - ŞEYTANIN VARİSİ

1.6K 120 11
                                    

Yağmurun iri damlaları çatıyı döverken tavanda gittikçe büyüyen, yağmurun buraya uğradığının kanıtı olarak geride bıraktığı koyu halkayı izliyordum. Yağmur tanelerini içeri sızdırmamak üzere verdiği mücadelede zorlanıyor gibiydi ahşap ev. Sobanın ilk yanmaya başladığında etrafa saldığı is kokusu bir süre sonra yerini sıcaklığa bırakmış ve odunların yanarken tuttuğu eşsiz ritimleri de beraberinde getirmişti. Gözlerim tavandaki ıslaklığı izlerken kulaklarım alevlerin sesine dikkat kesilmişti. Neden, bilmiyordum. Sanki birisi bir şey göstermeye çalışıyor diğeri ise ona eşlik ederek bütün kuvvetiyle haykırıyordu duymam için. Oysa ben sadece bakıyordum, görmüyordum. Sadece dinliyordum, duymuyordum...

Noyan, beni dinlenmem için yalnız bıraksa da asıl yalnız kaldığımda yoruluyordum. Bir hafta boyunca yiyecek bir şeyler getirmek dışında eve hiç uğramamış onun dışında benimle tek kelime bile etmemişti. Bütün düşünceler anı kolluyormuş gibi zihnime doluşuyor hangisinin yeri neresi olduğunu şaşırıyordum. Önünde bağdaş kurduğum sobaya döndü boş bakışlarım. Sobanın önündeki pencereden alevlerin dansı rahatlıkla görünüyordu. Odunları kül edişinin verdiği hazı gözler önüne seriyordu her bir kıvrımında. Birinin yükselmesi için başka birini kül edişi anca bu kadar güzel sergilenebilirdi. Bakmak yerine görebilseydik evren her şeyi anlatıyordu aslında bize. Sobanın kapağını sonuna kadar açıp elimi alevlerin arasına doğru daldırırken bu düzeni bozmak istiyordum. Tenime değen ısı her seferinde biraz daha canımı yakmaya başlasa da durmadım, ta ki parmaklarım alevlerin arasına karışıp acıyla baş başa kalana dek... Canım yanıyor muydu tam emin değildim, bu başka bir şeydi. Yanan canım değil, hislerimdi... Albayın kızının hoyratça dans ettiğini görür gibi oldum o alevlerin içerisinde. O' alevleri sarmalıyor, alevler ise onun emrinde gibi hareket ediyordu, onun için yanıyorlardı.

"N'apıyorsun sen!"diye haykırdı beni alevlerden uzaklaştıran Noyan. Gözlerinde ki dehşet sobadan çıkan alevlere karışmıştı. Yüzüne oturan alev kızıllığı ona haylice yakışmıştı. Noyan'ın bakışları alevlere değen elime kayana dek hiçbir şey hissetmiyordum. Sanki bakışlarıyla birlikte acı da dolmuştu avucumun içerisine. "Deli misin kızım sen!" Elinde tuttuğu gümüş rengi poşeti bir köşeye bırakıp acının dağladığı elime doğru uzandı iri elleri. Neden endişelenmişti?

"Dokunma," diyebildim Noyan elime uzanamadan. Bir an gözleri anlamsızca gözlerime baktığında gerçekten bir deli görüyordum göz harelerinde. Alevlerin arasında kalan bir deli...

"Armina," dedi sakin tutmaya çalıştığı sesiyle. Gözlerini gözlerimden ayırmadı. Genelde Albay'ın ismimin tamamıyla seslendiğini bilmiyordu. O ana kadar bende fark etmemiştim bunu. Her sözcük, her yaşanan Albay'ı getiriyordu aklıma. Ondan korktuğum için mi yoksa özlediğimden dolayı mı bir anlam veremiyordum. Çığlığıyla camları titreten rüzgâra özenmeye başlamıştım. Kendini oradan oraya savururken aynı zamanda çevresinde bulunan şeyleri de beraberinde götürüyor önünde ki engellere aldırış etmiyordu. Noyan, tek dizini çürümeye yüz tutmuş eski ahşap zemine dayayarak tam karşımda kendine yer edindi. Gözlerimin odaklanabileceği herhangi bir şeyin önünü kesmek için yaptığını anlamıştım. Kaşları çatık, yüzü gergin ve tedirgin bir ifadeyle kaplıydı. "Bana ne yapmaya çalıştığını söyle?" dedi düz bir ifadeyle. "Gerçekten kendine zarar verdiğinde geçeceğini mi sanıyorsun!" diye devam etti azarlar bir tonda. Toprak rengi gözleri tane tane üzerime dökülmeye başlamıştı. Aynı soruyu bende ona sormak istedim, bütün bunların ne anlama geldiğini, neden ısrarla peşime takıldığını, neler döndüğünü, her şeyi sormak istedim... Fakat beni durduran bir anı doldu zihnime. Kapkaranlık bir gecenin koynunda, alevlerin tenime iğneler batırdığı bir anda buldum kendimi. Elimde hissettiğim soğuk metal, alevlerden daha fazla yakıyordu canımı. O an yarım yamalak görebildiğim karanlık suret karşıladı beni. Maskesinin altında yatan dehşeti görebiliyordum. Oysa bir gölgeden farkı yoktu benim için fakat bir gölgeden daha fazlasıydı, bunu biliyordum. Hemen önünde, çamura batmış botlarının biraz ilerisinde yere yığılan Serdar belirdi görünürde bu defa. Gecenin gölgesi, silahını Serdar'a doğru kaldırıp ateşlerken parmaklarımın kavradığı metalin sıcaklığı kemiklerimi eritmeye başlamıştı. O an, silahımı kaldırıp tetiği neden çekemediğimi düşündüm. Daha sonra ise bana zaferle bakan gözlerin sahibini... Zihnimi ne kadar zorlarsam zorlayayım hatırlamama asla müsaade etmiyor, özenle saklamak istediğim, en kuytulara gizlediğim anılarımı inatla benden koparmak istiyor gibiydi. Sürekli yanımda taşıdığım gölgem bile bana düşman gibi bakarken gökyüzünün en beyaz, en asil bulutları bile üzerime şimşekler düşürmekten geri durmuyordu. Benim gökyüzüm, bana cephe almıştı.

CENNETİN YANLIŞ TARAFIWhere stories live. Discover now