2. Bölüm - MAĞLUBİYET

3.2K 215 3
                                    

Hala mı duymuyorsun? Sana fısıldıyorlar. Kalk ayağa!

En olmaması gereken zamanda çalmıştı kapımı sessizlik. Oysa deli gibi bağırıp, kırıp dökme vaktiydi doğru olan. Serdar'ın ölümünün üzerinden 2 ay geçmesine rağmen hala bulunamamıştı bunu ona yapanlar...
Var gücümle sıktım avucumun içerisindeki cam bardağı. Kafamın içindeki girdap beni yutup alırken bilincimi de almıştı beraberinde sanki. Sıkı sıkı yumduğum gözlerimi açtım karanlığa... Buzdolabının LED ışığından başka bir aydınlatma olmayan mutfakta öylece oturmuş masaya, kaybolmuştum yine. Alt dudağımı ısırdım kendimi tutmak adına. Başımı kaldırıp karanlık tavana bakarken geri itmeye çalıştım gözyaşlarımı. Derin bir nefes saldım dışarıya ve tekrar kapadım gözlerimi. Ve işte o an gözlerimden aşağı süzülen iki damla yaş acizliğimin ve güçsüzlüğümün en değerli ispatlarıydı. Hızla ayağa kalktım altımda ki sandalyeyi geri iterek. Sandalye yere düşüp ahşap zeminle buluşurken bir çığlık koptu dudaklarım arasından. Çığlığımı izleyen ses ise elimdeki bardağın parçalara ayrılış sesleri oldu.

"Lanet olsun! " diye haykırdım dizlerim üzerinde yere yığılırken. Ellerimi saçlarıma daldırıp çekiştirdim canımı yakacak düzeyde. Ama umursamadım. Gözlerimden yaşlar boşalırken tek bir ses daha çıkmadı dudaklarımdan. Ortalığı ateşe vermek isteyipte sessizce durmanın bedeliydi belki de içimde ki bu acı.

"Armina! " diye seslendiğini duydum Albay'ın. Ses vermedim. Dudaklarımı kıpırdatmaya çalışsam da tek kelime çıkmadı.

"Armina, " diye yeniledi Albay seslenişini daha gür bir ifadeyle. Sustum. Ayak seslerinden yaklaştığını anlayabiliyordum. Hemen toparlanmak, güçlü görünmeye çalışmak zorundaydım. Yapmadım. O gece, hayatımın dönüm noktasıydı belki de. Bu yaptığım delilik ise yeni hayatımın ilk basamağı olsa gerekti.

"Bu halin ne! " Albay öyle bir hızla yanıma geldi ki gözlerinde ki saf endişeyi açık bir şekilde görebiliyordum. Ama daha çok öfke hâkimdi mavi gözlerinde. Öylece gözlerine baktım cevap vermeden.

" Armina, bu halin ne? " diye daha sakin bir sesle sordu. Keskin yüz hatları iyice çökmüştü bir hafta içerisinde. Gözlerinin beyaz kısımları ise kızarmıştı bir hayli. Belki son zamanlarda verdiğim en yanlış karardı. Ama hiç düşünmeden araladım dudaklarımı.

"Bitti Albay, " dedim fısıldar bir şekilde. Gözlerim her bir tepkisini kaydederken gözlerindeki şaşkınlığı yakaladım.

"Anlamadım... " dedi başını sallayarak. Güldüm içten olmayan yalan bir gülümsemeyle. İyice yaklaştım Albay'a. Karanlıkta bile parlayan gözlerine odaklandım.
"Bitti, " dedim net bir ifadeyle.
" Burada öylece durup onların kollarını sallayarak gezmelerine müsaade etmeyeceğim, " dedim ve tepkisini bekledim bu sefer. Ama sadece sustu beni şaşırtarak. Birkaç saniye öylece gözlerime baktıktan sonra ayağa kalktı asil bir şekilde.
" Planın ne? " dedi ciddi bir ifadeyle. Her ne kadar ciddi gibi görünse de koca bir alay yatıyordu sorusunun içinde. Kızını, herkese övgülerle anlatan Albay; aslında kızına zerre güveni olmayan biriydi.
"Bilmiyorum, " dedim doğruyu söyleyerek.
" Bilmiyorum. Ama kesinlikle burada öylece durmayacağım. "
Histerik bir kahkaha kaçtı dudakları arasından. Sonra ciddi yüz ifadesini takındı saniyeler içerisinde. Albay tam olarak buydu işte. Duygularının içten mi yoksa yalan mı olduğunu anlamanız kesinlikle mümkün değildi.
"Aslında, tam olarak öyle yapacaksın, " dedi kollarını bağlarken. Hayretle baktım bu sefer gözlerinin içerisine.
" Seninle neden tartışıyorum ki! " Bir adım attım Albay'a doğru. Ve yanından geçip giderken durdum tekrar.
" İzle Albay... Şimdi buradan çekip gideceğim. Ve... " Sustum gözlerimi yere alarak. Doğru kelimeyi arıyordum belki de.
"Sana ispatlayacağım, " dedim birkaç saniye ardından. Omuzum üzerinden arkama baktım Albay'a doğru. Sırtı bana dönük bir şekilde öylece duruyordu. Onun sessiz kalmasıyla ben bozdum tekrar sessizliği...
" Beni hafife alıyorsun. Hep öyle yaptın. " Yürümeye başladım kendimden emin adımlarımla. Aklımdaki tek şey yanıma birkaç eşya alıp gitmekti şuan. Gitmeye can atar gibi hızla çıktım merdivenin basamaklarını. Her bir adımım bilinmezliğe sürüklüyordu oysa beni. Bundan oldukça emindim. İçimde ki fırtınayla yaşamayı öğrenebilirdim zamanla. Bir korkak gibi... Ya da içimde ki fırtınayı dindirerek tamamen yok edebilirdim. Yıllarca bana öğretileni yapıyordum aslında. Korkuların üstüne gitmek... Ama bu sefer bir fark vardı yaptığım şeyde. Bu sefer benden yapılmasını istendiği için değil; kendim istediğim için, kendimi kanıtlamak için atıyordum her adımımı. Albay'ın uslu kızının yerini bırakması gerekiyordu belki de başkasına.
Son bir kez göz gezdirdim umutsuzluğun yuva edindiği odamda. Son bir kez dokundum her gece kendi gerçeklerimi kurduğum yatağıma. Ve son bir kez daha izin verdim bir damla yaşın yanağımdan süzülmesine... O gün, o saniye söz verdim kendime.
"Bir daha asla akmayacak bu aptal sıvı bu gözlerden. " Hızla sildim gözlerimdeki ıslaklıkları. Ellerimi üzerime sürttüm ıslaklıktan kurtulmak niyetiyle. Bir sırt çantası aldım elime. İçine birkaç gerekli eşya doldurmakla yetindim sadece. Çantayı hızla omzuma atıp merdivenleri de aynı hızla inerken merdivenlerin sonunda; kollarını bağlamış bana sert bakışlar atan Albay'ı görmezden geldim. Tek bir kelime bile etmeden kapıya doğru yürürken son bir kez dönüp baktım çocukluğumun geçtiği eve. Her santiminde Serdar'la anılarımızın dolu olduğu bu evden ayrılmak her ne kadar zor olsa da başka şansım yoktu bu sefer.

Elim kapı kulpuna gittiğinde artık geri dönüşümün olmadığını biliyordum. Kapı kulpunu indirdim sabırsızlıkla. Elim, şaşkınlıkla kapı kulpunda kalırken bir kez daha indirdim kapı kulpunu. Kapı açılmadıkça içimde büyüyen öfkeyle kapıya daha da sert baskılar uygularken arkamı döndüm en sonunda. Albay, hala merdivenlerin sonunda durmuş çatık kaşlarıyla izliyordu beni. Kapıyı kilitlemişti. Bu kadar kolay olmayacağını zaten biliyordum fakat Albay bilmiyordu benim asla pes etmeyeceğimi.
"Kapıyı aç, " dedim sakin bir sesle. Yüzümü kapatan kahve tonlarında ki saçlarımı kulağımın ardına sıkıştırırken, Albay'ın sert göğsü kalkıp indi. Sinirleniyordu. Ona emir hitaplı konuşmamdan nefret ediyordu. Emirleriyle, insanların kaderini bağıran Albay'ın başkasından emir almaya asla tahammülü yoktu.
"Aç şu lanet kapıyı! " diye bağırdım içimde dolup taşan öfkeyle. Albay, kollarını indirip açık mavi gözlerini benimkilere sabitledi. Buz gibiydi bakışları. Öyle sert bakıyordu ki iri gözleri hiç kıpırtısız öylece dururken bile birçok şey söylüyorlardı.
"Odana çık! " dedi sonunda sessizliğini bozarken. Sesi ne kadar sakin gibi çıksa da kesin bir tonda konuşmuştu.
"Beni buraya hapsedemezsin! " diye bağırdım ağlamaklı sesimle. Gözlerim tekrar dolmaya başladığında kendime verdiğim sözü hatırlayıp hızla geri ittim onları. Bir kez izin verirsem bir daha asla durmayacaklarını biliyordum. Albay, her zaman yaptığı şeyi yapıp tekrar hâkimiyeti altına almaya çalışıyordu beni. Bu sefer izin veremezdim. Kendime güvenim bu kadar dolmuşken pes etmek kendime yapacağım bir ihanet olurdu.
" İzle de gör, " diye yanıtladı bu sefer Albay. " Sence yapamaz mıyım? "
Öylece bakakaldım Albay'a. Yapardı. Eğer bir şeyi yapacağını söylediyse imkânsız olsa bile mutlaka bir yolunu bulur ve yapardı. Sessiz kaldım bu sefer. Herhangi verecek bir cevabım da yoktu zaten. Başım hayal kırıklığı ile yere düşerken Albay'ın zafer dolu bakışlarını attığına emindim. Bu sefer kazanan o olmayacaktı, sadece o öyle olduğunu sanıyordu.
" Şimdi odana çık, " diye yeniledi cümlesini. Sesi, kazandığı zaferle yumuşamıştı epeyce.
Sessizce merdivenleri tırmandım beni takip eden mavi gözlerle. Odama girip çantamı öfkeyle duvara fırlatırken hala pes etmiş değildim. Odanın içerisinde öfke ile dolanırken saçlarımı tek tek yolacak hale gelmiştim. Aklıma gelen düşünceyle hızla cama yöneldim. Tekrar beni kontrol etmelerine göz yumamazdım. Kendi hayatımda, kendi kararlarımı seçme şansım olmalıydı. Kaydedecek bir dakikam bile olmadığının farkındaydım. Albay, sürekli beni kontrole geleceğinden elimi olabildiğince çabuk tutmalıydım. Sessiz olmaya gayret göstererek camı aralarken bir yandan yüksekliği tartıyordum gözlerimle. Atlayabilirdim. Daha yüksek duvarlardan da atlamıştım. Bacağımın birini camdan dışarı atarken odamda dolandırdım gözlerimi son bir defa. Derin bir nefes alıp bedenimi aşağıya atarken tek dizimin üzerinde durmayı başarabilmiştim. Koyu renkteki kotumun üzerindeki tozları silkelerken bu sefer ben zafer bakışlarımı atıyordum.
"Üzgünüm Albay... Bu sefer ben kazandım. "

CENNETİN YANLIŞ TARAFIHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin