4. Bölüm - DÜŞEN MASKELER

2.8K 195 14
                                    

Bütün ışıklarını kaybetti; yıldızlar, güneş, ay...  Görmüyor musun?  Karanlıkta ki fısıltıları dinle.

Beynimin tam merkezinde bütün hücrelerimi kemirip etkisi altına alan düşünceler nihayet savunmamı yıkmış ve galibiyet bayrağını gökte usul usul dalgalandırmaya başlamıştı.  Ciğerlerime dolup taşan, belki de fazla bile gelen oksijen görevini unutmuş gibi bir tavra girmişti. Normal miydi ağaçların ortasında; yaşam merkezinde nefessiz kalmak. Kalabalığın ortasında bir başına kalmak gibiydi. Hafif bir rüzgâr esintisi harman edip savurdu bütün hayallerimi. Geride kalan ise sadece kirli bir görüntü sunan tozlardı. Bana olmamı öğretilen kişiyle asıl ben arasında dipsiz bucaksız bir uçurum vardı. Eğer bir adım dahi atarsam o karanlık dibi boylayacaktım. Aynen de öyle yaptım. Kendimi öyle bir çıkmaza soktum ki Arafta sıkışıp kaldım.
" Nesin sen? " diye sordu maskesi hala yüzünde duran genç adam. Sesinde öyle bir merak tınısı vardı ki sanki gördükleriyle düşündüklerinin arasında sıkışıp kalmıştı. Sahi neydim ben? Doğrudan ön camdan dışarıya baktım sessiz kalarak.
"Polis değilsin, asker değilsin... " Kısaca gezindi gözleri üzerimde. Gözleri tekrar yola döndüğünde bu sefer ben yandan bir bakış attım ona.
" Ajan mısın? " diye sordu bu sefer tereddütle. Kollarımı göğsümde bağlayıp çektim bakışlarımı ondan.
" Hayır, " dedim derin bir nefes verirken. Gecenin öncülüğünde ıssız bir yolda ilerlerken kuşkuyla baktım etrafıma.
"Nereye gidiyoruz? " diye sordum sakin bir sesle. Sık ağaçların izlediği yolda ne bir ev vardı ne de başka bir şey. Arabanın farlarından başka bir ışık kütlesi yoktu sonu gözükmeyen yolda. Hafif bir sis tabakasının içerisine doğru sürüklenirken yolu izlemeye devam ettim.
"Güvenli bir yere, " dedi sadece.
Yolu izleyen ağaçlar gittikçe daha da sıklaşırken genç adam siyah montunun cebine attı ellerini. Gözlerim her bir hareketini dikkatle izlerken o da fark etmişti dikkatli bakışlarımı. Gözleri birkaç saniye benimkilerle birleşirken cebinden çıkardığı göz bandına benzeyen bir bezi gözlerimin önüne tuttu.
"Bu ne? " diye sordum meraktan yoksun bir sesle. Araba hala ilerlemeye devam ederken farları kapatmıştı artık.
" Gittiğimiz yerin yolunu öğrenmemen için küçük bir tedbir,  " diye cevap verdi arabayı durdururken. Aramızdaki mesafeyi iyice kapatıp ellerini bana doğru yaklaşırken havada yakaladım ellerini. Kaşlarımı çatmış karanlığı aydınlatan gözlerine bakarken şaşırmış bir hal almıştı gözleri. Öfkelenmiştim. Hakkım var mıydı bilmiyorum ama kontrolüm altından çıkmıştı son zamanlarda öfkem.
"Bunu söyleyeceğim hiç aklıma gelmezdi ama... " dedi ve sustu ellerime bakarak. Tuhaf bir ifade vardı gözlerinde. Gözlerim bileklerini sıktığım ellerime giderken tekrar sesi doldurdu kulaklarımı.
"Canım yanıyor, " dedi şaşırmış bir ses tonuyla. O ana kadar uyguladığım gücün farkında bile değildim. Sesi inanamıyormuş gibi çıkarken hızla çektim ellerimi kendime doğru. Gözleri hala sorgular gibi üzerimde gezinirken göz teması kurmamaya özen gösteriyordum. Arabadan büyük bir hızla kendimi dışarı atarken kocaman bir pişmanlık sarmıştı bedenimi. Albayı dinlemeliydim. Her ne kadar bu düşünce kendimi suçlu hissetmeme neden olsa da esas doğru buydu. Albaya dayamalıydım sırtımı belki de. Kendimi korumak için savaşmak yerine bu işi babama bırakmalıydım. Soğuk rüzgâr tenime çarpıp geçerken ormanın derinliklerine yürürken buldum kendimi. Kışın ortasındaydık neredeyse. Fakat en ufak bir üşüme hissi bile yoktu.
"Hey! " Arkamdan bana yetişmeye çalışan ayak seslerine eşlik ediyordu seslenişleri. Botlarının toprakla birleşirken çıkardığı sesler kulağıma gelirken durdurmadım adımlarımı.
Genç adam seslenişlerinin bir sonuç vermeyeceğini anladığında hızla aradaki farkı kapatıp önüme geçti yolumu keserek.
"Yüzü maskeyle örtülü bir adama ne diye güvendiysem! " diye söylendim yanından geçmeye çalışırken. Her hamleme karşılık verip önüme geçerken sustu birkaç saniye düşünür gibi. Dudakları arasından özgürlüğünü ilan eden dumanlar gökyüzüne yükselirken nefes nefese kalmıştı koşmaktan. Birkaç saniye aramızda gerilim dolu bir bakışma geçerken kafasındaki maskeyi avuçlayarak saniyeler içerisinde ayırdı teninden. Anlamaz gözlerle ona bakarken şaşkınlığımı saklamanın bir anlamı yoktu. Ayın izin verdiği kadar görebilmiştim yüzünü. Beyaz bir tenine karşı simsiyah saçları ve açık kahve gözleri vardı. Kaşları oldukça biçimli dururken gözleri bir tepki bekliyordu benden. Saçlarının her bir tutamı kendi özgürlüğünü ilan etmiş rüzgârla birlikte ahenk içinde dans ederken tekrar araladı dudaklarını.
"Öyleyse bu maskesiz adama güven," dedi sessizce. Gözlerini gözlerime kilitledi istediği cevabı duymak ister gibi. Sahiden de güven verici bir ses tonu aşılıyordu bana. Sesi o kadar samimi ve güven doluydu ki tereddüt bile edemedim düşüncelerimde.
"O şeyi gözlerime bağlayamazsın," dedim pazarlık yapar gibi. Dudakları hafifçe yukarı doğru kıvrılırken gözlerinin kenarlarında da çizgiler oluştu beraberinde.
"Öyle olsun, " dedi hala gülümsemesi yüzünde asılı dururken.
O' arabaya doğru ilerlerken ben hala olduğum yerde duruyordum. Genç adam arabanın bagaj kapısını açarak orada bir şeyler karıştırırken merakla izledim onu. Maskesini kemerine sıkıştırmıştı. Bagajdan çıkarttığı birkaç şeyi montunun cebine atarken hala bir şeylerle uğraşıyordu. Birkaç dakikanın ardından elinde ki kontrol düğmesiyle yanıma gelirken gözlerime baktı kısaca.
"Biraz uzaklaşalım, " dedi yürümeye başlarken. Onun adımlarına uyup arabadan olabildiğince uzaklaşırken büyük bir patlama sesiyle alev topuna döndü siyah jeep. Alevler gittikçe yükselip arabayı iyice sararken tuhaf bir bakış attı genç adam. Bu bakışların sebebini bilmesem de merakta etmemiştim nedense.
Ormanın içerisinden karmakarışık bir yol izleyerek önümde ki genç adamı izlerken bu yolun nereye varacağını merak etmiştim. O kadar kafa karıştırıcı bir rotası vardı ki bir gelenin ikinci kez bulabilmesi imkânsız gibi bir şeydi.
Uzun bir süre yürüyüşün ardından askeri bir alay girdi görüş alanına. Yıkık dökük görüntüsünden terk edildiği anlaşılan koca binada tek bir ışık bile yoktu. Etrafı hala tel çitlerle örülü olan askeriyenin girişinde camları kırılmış iki kulübe vardı. Genç adam arada sırada arkasına bakıp beni kolaçan ederken etrafımı inceliyordum büyük bir dikkatle.
Ay, gökyüzünde ki yerini güneşe bırakmaya hazırlanıyordu. Karanlık yavaş yavaş hâkimiyetini kaybetmeye başlarken eski binaya yaklaşmıştık. Bütün camlar kırık ve duvardaki boyalar dökük bir hal almıştı. Yıllar önce terk edildiğini büyük bir öz güvenle çevresine söyleyen dökük binanın içine girerken tereddüt ettim bir an. Tam girişte, demir kapının önünde dururken kuşkuyla sezdim koca binayı.

CENNETİN YANLIŞ TARAFIWhere stories live. Discover now