|Chapter 6| Sunset

898 79 18
                                    

|Bölüm 6| Gün Batımı

Gün ışıkları, gökyüzünün mavisini çalan denizin üzerinden süzülüp usulca manzarayı seyreden adamı aydınlatırken, Aynı Meleğin gözleri gibi, diye düşündü Avcı.

Sonunda Castiel'in ne yapmaya çalıştığını anlamaya başlıyordu. Anılar. Yeniden canlandırılmayı bekleyen bir sürü güzel ana yeniden hayat veriyorlardı, birlikte.

Yeşil gözlü Avcı iç geçirdi. Sonra deniz kenarındaki bankın sağında oturan Castiel'e döndü.

"Bugün ne yapıyoruz, tur rehberi?" Melek gülümsedi. O öyle yapınca sebepsizce Dean de onu taklit etmek istedi.

"Bugün sadece burada oturacağız."

"Tüm gün mü?"

"Tüm gün."

"Pekala," dedi Avcı ellerini dizlerine koyup öne eğilirken. Bir şeyler söylemesi için trençkotluya baktı ama aksine o oldukça suskundu.

Castiel düşünüyordu. Dün'ü, Bugün'ü, ve Yarın'ı. Ama daha çok Dün'ü. Bugün Dean'in onlar için eskiden özel olan bu yeri hatırlamaması onu kırıyordu, Ama yine de geçmişe dönüktü sığ bir nehirle yola çıkıp birden kendilerini şelalenin aşağısında bulan düşüncelerinin yönü. O bulut beyazı saf anılar yok muydu... Lekelenseler bile, bu kısa sürede bir yağmura dönüşür ya da kristalleşip hızla yeryüzüne düşerdi. Onlar birlikteyken hiç ayak basmadıkları yere yani.

Castiel o an mutlu gözüküyordu. Ama derinlerde bir yerde, bundan çok, tedirgin hissediyordu kendini. Başta bir cesaretle bu işe girişmişti. Umutluydu. Dean'i geri kazanabileceğine emindi.

Ama bir yandan da bunun olmamasından çok korkuyordu.

Ya Dean'i geri getiremezse? Ya sonsuza kadar iki yabancı gibi kalırlarsa?

Ya o yeşil yıldızlar bir daha ona eskisi gibi bakmazsa?

Kışın habercisi soğuk rüzgar esip geçtiğinde, bunun Melek üzerinde hiçbir etkisi olmamasına rağmen ürperdi.

Düşünceleri korkunçtu. Düşünceleri aynı gerçekler gibi korkunçtu.

Acaba o sırada Dean'in ne düşündüğünü bilse, yine de bu kadar korkar mıydı?

Avcı, Meleğin dygularına tercüman olurcasına iç çekti. O da Castiel gibi tedirgin hissediyordu kendini. Sürekli hatırlayamadıkları hakkında düşünüp duruyordu. Eğer Castiel'in planı işe yaramazsa, sonsuza kadar boş kalacak boşluklar hakkında düşünüyordu. Hatırlayamazsa ne olacaktı? Tüm o yılları boşverip, öylece yaşanmamış gibi devam edebilecek miydi gerçekten de?

İkisine de biraz yardımcı olmak adına zihnini zorladı. Karanlık köşelerde saklanan o küçük kırıntıların peşine düşüp onları kovaladı. Dakikalar, saniyeler gibiydi, geçip gitti. Bazı geceler bu şekilde düşünürken uyuyakaldığı olurdu. Böylece rüyasında adeta resimli bir günlükten yırtılmış gibi birkaç parça görürdü geçmişinden.

Sonra da bir baş ağrısı. Evet, evrenin bir kanunuydu bu. Öyle güzel bir şeyi size karşılığı olmaksızın veremezdi. Yapmazdı bunu.

Dean bu aptal baş ağrısına çok takılmıyordu aslında. Sonuçta gördükleri sıradan rüyalara ait kareler değildi ve bu her olduğunda güçlü bir büyüye karşı geliniyordu.

Bu rüyalardan henüz Meleğe bahsetmemişti, Avcı. Çünkü gördükleri, ona bir şeyleri anımsatıyordu elbet ama sadece o kadar. Bir türlü o kayda değer önemli anlara geçemiyordu. Gördükleri bir yapbozun kayıp parçaları gibiydi ve resmin tamamını görmeden parçaları birleştiremiyordu. Bunu Meleğe söylemek de ona umut vermek olurdu. Sonradan gözlerinde oluşacak o hayal kırıklığını görmek istemiyordu.

Dean yine de rüyaların bir kez daha tekrarlanması durumunda Castiel'e söyleyeceğine dair kendine söz verdi.

Günün geri kalanı ise Castiel'in dipsiz düşünceleri ve Dean'in hatırlama deneyimleri arasında eriyip gitti. Bu arada Melek bir kez yiyecek bir şeyler -elmalı turta- alabilmek için bir süreliğine Dean'i yalnız bıraktı. O sırada Dean ilk defa havanın ne kadar soğuk olduğunu fark etti. Meleğin varlığı, başka hiçbir şey hissedememesine neden oluyor olmalıydı. İstemsizce Meleğin çabucak yanına geri dönmesini diledi.

Castiel geri geldiğinde, Dean yemeğini yedi. Bu kez geçen sefer olduğu gibi Melek Dean'e katılmadı. Bunun yerine sadece Avcıyı izledi. İlk zamanlarda, Dean bu bakışların üzerinde olmasından rahatsızlık duyardı. Ama şimdi olması gereken bir şeymiş gibi geliyordu. Yine de sadece içinde bir yerlerde garip bir şekilde, bu bakışlar uyuyan bir hissin hafifçe kıpırdanmasına sebep oluyordu.

Ardından, oturmaya devam ettiler. Sabahtan beri tek kelime etmemişlerdi. Yine de Dean bunu yadırgamadı. Onun yerine zihnini zorlamayı denedi ama başı ağrımaya başlayınca bunu da bıraktı. Kendini çok zorlamıştı. Ama Castiel'in çabalarına karşılık veremediği zamanlarda kendini suçlu hissediyordu ve ayrıca bu histen de nefret ettiğini fark etti.

Rüzgar esmeye devam etti ve böylece dakikalar da kum saatindeki küçük sarı taneler gibi akıp gitmeyi sürdürdü. Güneş artık batmak için son hazırlıklarını yapıyordu. Aynı masmavi sahnesine attığı ilk adım gibi yerini küçük kardeşine bırakırken attığı son adım da görkemli olmalıydı.

Güneş hafifçe kayarak mavi sularla buluşmak için acele ederken Dean birden öylesine bir gün batımı için olması gerektiğinden fazla heyecanlı olduğunu fark etti. Derin bir nefes aldı. Şimdi daha iyidi. Son gün ışıkları denizi kısa bir süreliğine kızıla boyarken ne yaptığını görmek için Castiel'e döndü.

Aynı sabah olduğu gibi yine, gün ışıkları Meleğin güzel yüzünü aydınlatıyordu, o gün için son kez. Ve Dean hatırladı. Gerçekten de hatırladı. Bu beyninde şimşekler çakmasına neden oldu ama hatırladı. Son gün ışıkları da yeryüzünde çekip gittiğinde, Dean artık buraya ilk kez gelmediğini biliyordu.

"Cass," dedi Avcı gülümseyerek.

"Burayı hatırlıyorum."

Castiel'in de kendisininkine denk bir heyecanla bir şeyler söylemesi için bekledi. Bu nedenle, Meleğin endişe içinde kurduğu cümle onu bir hayli şaşırttı.

"D-Dean, burnun kanıyor. "

◇◆◇

M

erhaba. Hikayenin olağan akışına küçük bir müdahalede bulundum bu bölümde. Umarım severek okumuşsunuzdur.~

Memory Loss // DestielWhere stories live. Discover now