Titreyen elleriyle ve gözlerine hapsettiği su damlalarıyla ahşap kapının kollarını tuttu, derin bir nefes alıp kapıyı açtı.

"Girebilirmiyim? " Saçları ağarmış yaşlı doktor başıyla onayladı, doktorun onayını aldıktan sonra ürkek adımlarla içeri girdi.

" Çağla neden gelmedi? " Dedi Bora.

" Misafiri vardı, sonuçları ben alacağım. "

" İyi olmuş aslında, daha sonra uygun bir dille anlatırsınız ona. " Dedi yılların verdiği tecrübe ile içindeki hüznü gizlemekte ustalaşmış doktor.

" Neyi anlatırız? "

Koltuğu işaret ederken konuştu Bora
" Abi bir otursana şuraya, seninle biraz konuşalım. "

" Ne oldu Bora? "

" Abi, otur! "

" Bora ne oldu diyorum sana! Ne bu haliniz? "

Kollarından tutarak ısrarla oturması için koltuğu gösteriyordu, bir an önce öğrenebilmek için daha fazla direnmeden oturdu, Bora'nın gözlerine odaklanmış ağzından dökülecek bir kaç kelime için yalvarırcasına bakıyordu.

" Abi. " Yutkundu bunu ona anlatabilmek gerçekten zordu güçlükle duyulan bir ses ile tamamladı cümlesini
"Çağla aids. "

Kafasını iki yana salladı ardından Bora'nın gözlerinin içine bakarak konuştu.
" Aptallaşma! "

" Eğer daha önce fark edebilseydik çoğu şey farklı olabilirdi ama artık elimizden gelen pek bir şey yok, onu her an kaybedebiliriz. "

" Bora oğlum gülmüyorum, yapma öyle şakalar bak düşüncesi bile kötü. Çağla'nın tahlillerini ver eve gitmem lazım. "

" Abi şaka değil."

" Saçmalama. " Konuştuğu her kelimede sesi biraz daha yükseliyordu.

" Saçmalamıyorum, Çağla'yı her an kaybedebiliriz. "

" Oğlum bak kaç defa söylemem lazım yapma öyle şakalar kötü oluyorum. "

" Abi yemin ederim şaka değil. Keşke şaka olsaydı ama değil! "

Az önce oturduğu koltuktan hışımla ayağa kalktı karşısında oturan Bora'nın iki yakasından tutarak bağırmaya başladı
" Lan sus Allah'ın cezası, uydurma şöyle şeyler! "

Çaresizliğin verdiği yorgunlukla kelimeleri zorlukla çıkarıyordu dudaklarından
" Abi, şaka değil. "

Bora'nın söyledikleri bir zehir gibi dolaşıyordu damarlarında, vücudu kontrolden çıkmış illegal bir şekilde titriyordu. Hayata olan öfkesi gözlerinden çıkan ateşle ortaya dökülüyordu. Hayır, hayır dedi kendi kendine bir insan bu denli kaybetmemeli! Hayat bu kadar acımasız olmamalıydı, kaybetmek için çok erkendi.

Hep aynı şey oluyordu aslında, ne zaman mutlu olsalar hayat yüzlerine vuruyordu tokadı. Acı her defasında hoyratça çalıyordu kapılarını, her defasında uğradığı sukutuhayal artık onu yoruyordu. Tarumar olmuş duygularının acısını bağıra bağıra anlatmak istiyordu. Hayatının zemheri günleri sona ermeyi bilmiyordu, kekre ve eksik umutlarıyla ayakta durmak için direniyordu ama bu defa hali kalmamıştı yaşamak için fazla yorgundu.

Ellerini Bora'nın yakasından yavaşça geriye çekti, başını iki elinin arasına aldı yeşil gözlerinin etrafı kızarmıştı, sakin bir kaç nefes alıp verdi, kendini toparlamak için uğraştı  bir süre.
Olmuyordu, sakin olmayı beceremiyordu "Yalan söylüyorsunuz! " Diye bağırdı, duyduklarına inanmak istemiyordu "Yalan, yalan, yalan!..."
Defalarca bu kelimeyi tekrar etti.

Odanın içerisinde  ellerini başının arasına almış, onların seslerini duymamak için var gücüyle kapatıyordu kulaklarını. Bir yandan ağlıyor bir yandan " Yalan." Diye sayıklayarak inkar ediyordu gerçekleri.

Mavi renkteki duvarın yanına yaklaştığında hayata karşı olan tüm öfkesiyle yumruğunu duvara vurdu. Bileğini incitmiş olmasına rağmen zerre acı hissetmemişti.
İnsanın ruhu acıdığı zaman öyle oluyordu işte, geriye kalan tüm acılara kör kalıyordu.

Ruhu acıyordu Ceyhun'un, kaburgalarının arasındaki boşluğu bir alev kaplamıştı. Hissettiklerinin tarifi yoktu, hiçbir lisanda anlatılamazdı bu acı. Ayakları bedenini taşıyamayacak kadar yorgun düşmüştü, sırtını duvara yasladı ayakta durmak için daha fazla direnemeyecekti.

Sırtını duvara sürterek olduğu yere çöktü öylece, dizlerine sarıldı ve sessiz sedasız ağlamaya başladı. Kesilen nefesi çektiği acının ruhuna verdiği sancıyı ortaya çıkarıyordu.

Bora onun bu haline dayanamamış o da gözyaşını koyuvermişti ortaya, Ceyhun'un yanına oturup kardeşine sarılarak daha gür bir ses ile ağlamaya başladı.  Koca iki adam bir hastahane köşesinde hüngür hüngür ağlıyordu hayatın acımasızlığına.

Tırnaklarının arasına kadar acı ve çaresizlikle doluydu, öylesine canı yanıyordu ki acısından parmak uçlarına kadar ceset kesilmişti her yanı. Ruhu tükenmeye yüz tutmuştu, bir kaç kelime döküldü dudaklarından

" Biz mutlu olacaktık... "

" Olacak-tık " cümlenin sonunda kursakta kalan son umudu vardı, yıkılan hayalleri vardı, ağır bir yenilgi vardı. O son kelime gelecek zamanın hikayesiydi, mutluluk artık hikayeydi.

Eksik gülümserdi Ceyhun, ne kadar saklamak için uğraşsa da sol gamzesinin kenarında tam kalbinin hizasında bir acı kırıntısı hep kalırdı. Yenilmekten değilde yarı yolda yalnız kalmaktan,  yarım kalmaktan korkuyordu.  Ona sarılmıştı  çektiği onca sancıdan sonra, sarılmak değildi onunki düpe düz sığınmaktı.

Hayatın tüm acımasızlıklarından ona sığınmıştı o, yağmurdan, şimşekten, fırtınadan, insanlardan, acılardan... Herşeyden kaçıp ona sığınmıştı,  sığındığı liman gözlerinin önünde yıkılıyordu yavaş yavaş ama ellerinden gelen hiçbir şey yoktu.

Duvardan destek alarak ayağa kalktı, ayakta durmak için resmen vücudu ile savaşıyordu. Tekrar duvardan destek alarak yürümeye başladı, adımları ürkek ve çaresizdi kaybetmek yüzüne bir tokat gibi inmiş onu perişan etmişti. Ahşap kapının kolunu aşağı doğru bastırdı,  kapıyı açtı ve hastahaneden bir an önce çıkmak için yorgun adımlarını atmaya başladı.

...

Bir bölümün daha sonuna geldik :)  elimden geldiğince duyguları hissettirmeye çalıştım umarım başarmışımdır.  Bölüm hakkındaki görüşlerinizi bekliyorum :)  kendinize iyi bakın sizleri seviyorum ❤❤❤

TÂRUMAR  (DÜZENLENİYOR-KİTAP OLACAK)Where stories live. Discover now