41. BÖLÜM: "ÇARPINTI"

En başından başla
                                    

Deli gibi etrafa bakınırken bir yandan da yürüyordu, gözleri bir ara yarama kaydı ve kaşlarını hiddetle çattı. "Bebeğim," dedi ilk kez içten çıkan bir sesle. "Az kaldı, sakın."

Bedenimde, sanki bir şelaleden akan suyun tazyikli şiddeti kadar vurgulu ve beni dehşete düşüren bir acı, büyük bir hızla tüm hücrelerime pençelerini geçirip, en ufak yapı taşıma kadar kamçılıyordu. Kanın sıcak gerçeği, kurumaya yüz tutmuş bir anının kafamın içinde çalkalanmasına neden olmuştu.

Gözümü kapattığımda gördüğüm tek şey, kanın kırmızı rengiydi.

Acıdan kıvranan benliğimin ayakları karanlığa takılmıştı, soğuk bir rüzgâr ileride bir yerde adımı fısıldıyor ve ona doğru yürümem gerektiğini söylüyordu. Efken'in kucağında, yaramdan sızan kan karnıma, oradan neredeyse bacaklarıma kadar akarken, artık yaşamsal tüm fonksiyonlarım bir köşeye geçmeye başlamıştı. Saçlarım ve onun pazılı kolları ağaçların dallarına takılıyor, hiçbir şey onu biraz olsun yavaşlatmaya yetmiyordu.

"Medusa," dedi biri zihnimin kıyılarına vuran boğuk sesiyle; o ses artık erişemeyeceğim kadar uzak, tırmanamayacağım kadar yüksekten geliyordu sanki. Şu an bedenimde sızlayan acının, onun bedeninde de yankı uyandırdığını biliyordum ama bu acı onun umurunda değildi. Şu an korktuğu tek şey, bana ıstırap veren ama sonunda farkına vardığım bir şeydi.

Karaduman, yılanını kaybetmekten korkuyordu.

O, ilk kez korkuyordu.

Çamurlaşmış karlara bastığını biliyordum; öyle ki, bedenimden akan kanın bembeyaz karın üzerine bıraktığı su damlası şeklindeki izlerin tıpkı bir mürekkep gibi büyüyerek karı kirlettiğini de biliyordum. Efken'in bunu gördüğünde, ruhunu kemiren korkunun da içinde genişleyerek onu tüketmeye, çökertmeye başladığını biliyordum. Acının kalbime ektiği tohumlar büyümüş, fidandaki feryat çiçeklerim tomurcuklanmıştı.

Ölümün harfleri önüme aktı.

Oluşan kelime, acımasızdı. Acıma sızdı. Soluk soluğa geride bıraktığı her adım, arkamızda koca bir oyuk açıyor, oyuğun içini birlikteliğimizin kanlı geçmişiyle harfleri boyayıp, oyuğun içini ağzına kadar yaşanmışlıklarla dolduruyordu.

"Mustafa Baba!" diye bağırdığını duydum, aynı uzak mesafeden. Dudaklarından dökülen harfler parçalanmış, yüzüme batmıştı ve derimi kaldırarak içime sinmiş, ardından da ruhumun saklandığı odaların kapılarına saplanarak, ruhumu aramaya başlamıştı.

Ama bu adam benim zaten ruhumdu.

"Oğlum!" Bu ses, çok daha ileriden yankılanıyor, gecenin sessizliğini bir gerçeğin çığlığına bağlayarak gökyüzüne fırlatıyordu. "Efken!"

"Baba, yardım et!" diye bağırdı Efken, dehşet içinde. Kollarından kayar gibi olduğumda bir kuvvet beni yukarı çekip daha sıkı tutundu; dudaklarını, kan ter içinde kalmış alnımın üzerinde hissediyordum. Verdiği sıcak nefes, ıslak ter damlacıklarının içine akın ediyor, onları parçalıyordu.

"Neler oluyor?" Karlara düşen hızlı adım seslerini duyuyordum.

"O kanıyor," diye bağırdı Efken, çıldırmış gibi. "Baba, o çok kanıyor!"

Kar taneleri yavaşça yüzüme dökülmeye başladığında, göğsüm nefes için kabaramıyordu bile. Efken'in tenime saplanan parmaklarını bile zar zor hissediyordum. Acı, göğsüme ardın sıra, arkası kesilmeyen balyoz darbeleri indiriyordu. Tenim tırmalanıyor, kanım çekiliyor ve ruhum ile bedenim arasında duran ince ip aşınıp, kopacak gibi inceliyordu.

İÇİNDE BİR SENHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin