☾11:00☽

4.5K 692 185
                                    


İnsanların mutluluktan konuşamadıkları, kelimelerini kaybettikleri anlar olurdu. Ağlamaktan veya öylece bakınmaktan başka bir şey yapamadıkları anlar. Şu an göğsüme yaslanmış, hırıltılı nefesler alarak uyuyan Hoseok'u izlerken onlardan biri olmayı diledim. Onunla olduğum için elbette mutluydum, fakat sesimi çıkarmamaya çalışarak ağlarken hissettiğim kesif acıdan başka bir şey değildi.

Kalçam ve belimde baş gösteren ağrıya aldırmadan üzerimde uyuklayan Hoseok'a baktım. Kendi gömleğimi üzerine sardığım omuzları olduğundan daha küçük görünüyordu. Jimin'in arkadaşı bizi burada kimsenin bulamayacağından emin olduğunu söylerken ona hak vermiştim. Buraya geldiğimden beri hiç görmediğim bir binanın orta katlarından birindeydik. Çok fazla oda vardı ve bulunduğumuz yer tam bir çöplüktü. İçeride eski bir küvet ile üzeri içki şişelerinin kırık camlarıyla dolu bazasız bir yataktan başka eşya yoktu. Lamba çalışmıyordu, yalnızca pencerenin kenarında duran ve içinde garip bir şekilde uzandığımız -daha doğrusu benim uzandığım, Hoseok kucağımda oturuyordu- küvete vuran ay ışığı odanın ufak bir kısmını aydınlatmaya yetiyordu.

"Biliyor musun eskiden insanlar..."

Uyuduğunu zannederken birden konuşmasıyla şaşırdım. Toparlamaya çalıştığı sesiyle konuşmasını beklerken elim başına gitti ve biraz uzamış olan saçlarını okşamaya başladım.

"O ışıkların... Kuzeydeki ışıklar. Tanrıların onları cezalandırmak için gönderdiği bir şey olduğuna inanıyorlarmış. Geceleri dışarı çıkmazlarmış. Çocukları, özellikle erkek olanları almaya geldiğini düşünüp saklarlarmış. Bazıları da onların..."

"Kendini zorlama Hoseok."

Solukları düzene girdiğinde başını kaldırmaya çabaladı. Uzandığım yerde doğrulup onu da yavaşça kaldırdım ve yüz yüze durduk. Morarıp şişen sağ gözüne ve dudağının kenarına baktım. Dudağı feci haldeydi. Şişmiş, kan toplamış ve ufak bir yara kabuk bağlamıştı. Elimi yanağına götürüp yüzündeki kan lekesini silecekken yüzünü avucuma yaslamasıyla durdum. Yanağındaki elimin bileğini güçsüzce kavradı ve gözlerini yumdu.

"Neden uyumuyorsun? Yolumuzun nereye gittiğini, ne kadar süreceğini bilmiyorum. Yürümek zorunda kalabilirsin. Dinlenmen gerek."

Konuşurken sesimi çıkarmakta güçlük çekiyordum. Sanki ona biraz sert dokunsam yahut sesli konuşsam yok olup gidecekti. Çok kırılgan görünüyordu.

"Uyuyamıyorum. Başım ağrıyor."

"Üzgünüm."

"Bunu ağla diye yada özür dile diye söylemedim. Sadece sana karşı dürüst oluyorum."

Benim sana hiç olamadığım kadar.

"Özür dilerim Hoseok."

"Yapma şunu."

Gözlerini açıp başını kaldırdı. Elleri yüzümü kavrayıp kendisininkine yaklaştırırken ne yaptığını anlamamla gözlerimi kapattım. Canını acıtacaktım, bunu yapmamam gerekiyordu. Ona yalan söylememem, korumam gerekiyordu. Hiçbirini yapmamıştım. Bunu da yapamayacaktım.

Dudaklarımda dolaşan dudaklarının büyüsüne kapılırken ellerim gömleğin altındaki buz gibi sırtında geziniyordu. Endişelerim ve mantığım yavaşça benden uzaklaşırken yerine sürekli yakınlığımızın yetmediğini fısıldayan, dudaklarımın arasında ezilen dudağından sızan kanın tadından bile zevk alan tarafım beni ele geçiriyordu. Öpüşmeyi kesip kendimi geri çektiğimde yüzümdeki elleri enseme kaydı ve bizi aynı yakınlığa tekrar getirerek gözlerime baktı. Bense dudağını kırmızıya boyayan kana bakarak kendime küfrediyordum.

HaishaWhere stories live. Discover now