☾01:00☽

10.9K 905 180
                                    

Try to be bad
Try to be bad

19 Ocak 1951
Kuzey Kore

Ciğerlerime çektiğim dumanı yavaşça özgür bırakırken ona tezat olarak gerginlikten titreyen parmaklarımla yenisi için hızlı bir şekilde paketi kavradım.

"Ne zamandan beri bu kadar fazla içiyorsun?"

Elindeki çakmağı çekip aldım ve korkuluklara yaslandım. Sisli hava yüzünden birkaç metre ileride olan liman nihayet şimdi görünmeye başlamıştı. Rüzgar yüzünden yakmakta zorlandığımda küçük avuçlarını sigaranın üzerine kapatarak bana yardımcı olmasıyla gözlerimi onunkilere çevirdim.

"Döneceğimi öğrendiğimden beri."

Başını sallamakla yetinip arkasına döndü ve yerdeki çantamı eline alıp, koluma dokundu.

"Bu sik gibi yerde söylenecek söz değil ama yine de hoş geldin. Tek başıma katlanmaktansa seninle katlanmayı tercih ederim."

Ona sövmeyi düşünsemde bu sadece bir düşünce olarak kaldı. Gittikçe daha fazla sallanan gemi hem başımı döndürüyor, hem de midemi bulandırıyordu. Sessizce yanından yürüyüp karaya ayak bastığımızda başka bir sigara daha yakacaktım ki elimden aldı.

"Ver şunu Jimin."

"Benden önce ölemezsin kardeşim. Beraber yada önce ben."

Sigarayı tutan elinin parmağındaki alyansa dik dik baktığımda o da bakışlarını yüzüğe çevirdi ve bir süre sonra parmağından çıkartıp cebine koydu. Canını yakmak istemediğim için konuşmadım, bugün benim derdim ikimize de yeterdi.

"Direkt babanın yanına mı gideceksin?"

"O piçin yanına gitmezsem yüzümün sağ tarafını da kendisi parçalar."

Bakışları sol yanağımdaki uzun, çirkin yara izinde dolaştı.

"Babana yaranmaya çalışanlar çok fazla, ona neredeyse tapındıklarından bahsetmiyorum bile. Sözlerine dikkat et."

Bunu söylerken etrafına bakındı ve hala gemiden inmeye devam eden biraz ilerideki insan topluluğunun üzerinde durdu.

"Onun oğlu olduğumu bilmiyorlar."

"Öğrenmeleri uzun sürmeyecektir."

Israrla orayı izlemesi ve bir anda hakaretlerle karışık bağırışların yükselmesiyle ben de o tarafa döndüm. Buz gibi havada çoğunun üzerinde incecik, kirli kıyafetlerin olduğu onlarca esir gemiden iniyordu. Bir anda ortalarında bir çember oluştu ve askerlerden birinin koluyla bir genci yere savurduğunu gördüm. Diğer kolu çemberin içinde kalan genç kızın boynuna dolandı ve sertçe çekti. Etraflarını sarmakta olan yaşlısı genci herkes; kadınlar, erkekler ve çocuklar hepsi kör bakışlarla olan biteni izliyordu. Kudurmuş gibi bağıran asker botunun ucuyla yerdeki gencin karnına hızlı bir tekme savurduğunda kız çığlık atarak yalvarmaya başladı.

"Ne oluyor?"

"Bilmiyorum."

Neredeyse yanlarına gidecektim. Fakat ilk günden göze batmak istemiyordum, hele de rütbemle, onların üstü olduğumu belli eden üniformamla bu köpeklerin arasında merhametli diye adımın çıkmasını hiç istemiyordum. İyilik yapacaksam gizli olmalıydı. Buradaki esirlerin bu adada herhangi bir konuda umut etmesi veya merhamet beklemesi daha fazla acı çekmelerinden başka bir işe yaramazdı.

Dört tarafı sularla kaplı bu adada dönenler ne medyaya sızabiliyor, ne de dünyanın başka bir yerindeki insanların kulağına gidiyordu. 2 yıldır süren savaşta alınan esirlerin bir kısmı ölmüş süsü verilip buraya, çoğunluğunu sadece gözünün içine bakarak bir kalbi olduğuna şüphe edeceğiniz türden askerlerin oluşturduğu orduya her açıdan hizmet etmesi için getiriliyordu. Harabeye dönmüş ülkede geride bıraktıklarınız varsa bile bunun bir önemi yoktu. Çoktan sizin öldüğünüze inandırılmışlardı.

Dediğim gibi burada umuda asla yer yoktu, ulu orta merhamete ise hiç.

"Ne dönüyor orada?"

Jimin'in soğuk ve mesafeli ses tonuyla birlikte karşımızda duran askere baktım.

"Herifin teki sorun çıkartıyor, kız kardeşinden ayrılmamak için. Bu gece ikisini de becererek öldüreceğim."

Gözlerimi kızarmış suratından ve pis pis sırıttığında ortaya çıkan sararmış dişlerinden ayırıp insan kalabalığına baktım. Kız diğer genç kızların olduğu arabada yüzünü kucağına indirmiş, sessizce ağlıyordu. Yaşlılar ve gençler olarak ayrılmaya başlayan insanların arasında erkek kardeşini gördüm. Haddinden fazla uzamış olan siyah perçemleri gözlerini kapatıyordu. Dişleri sımsıkı, yanakları ıslaktı. Üzerinde sadece bir tişörtün olduğuna inanamıyordum. Parmaklarım kalın paltomun cebinde bile donuyordu.

Arkasındaki iri asker sırtında ellerini birleştirip, yürümesi için bağırıp ve bedenini onun kalçasına bastırıp ittirdiğinde tekrar çıldıracağını sandım ama sesini çıkarmadı. Salt nefretle dolu bakışları kendisine arabayı işaret eden askerin yüzündeki çizgilerde dolaşıyordu. Daha fazla diretmeyip topallayarak arabaya bindi.

"Taehyung."

Ses tonundan anladığım kadarıyla ismimi birkaç defadır seslenen Jimin'e bakıp, arabanın arka kapısına yöneldim.

Isıtıcısı açık olan arabanın içinde bile sanki havanın ısısı bir anda onlarca derece düşmüş gibi üşüyordum.

Oops! This image does not follow our content guidelines. To continue publishing, please remove it or upload a different image.
HaishaWhere stories live. Discover now