20. Bölüm

17.7K 1.1K 59
                                    

"Girin!"

Sebastian yavaşça araladığı kapıdan içeri adımını attığında, odanın L dönen köşesinden, "Buradayız, Beth!" diye yükselen sesi takip etti ve olduğu yerde kalakaldı.

Elizabeth; geniş etekleri ihtişamla yerleri süpüren, İsabella yanında adını telaffuz etmemiş olsa Sebastian'ın asla bilemeyeceği, Afrika menekşesi rengindeki muhteşem bir tuvaletle boy aynasının önünde dikiliyordu.

Öncesinde, kumaşı gösterip bunun kızına yakışıp yakışmayacağını sorsalar, cevap bile veremezdi; çünkü ne renklerden ne de onların tonlarından anlardı. Ama şimdi Elizabeth'in üzerindeki elbiseye baktığında; rahatlıkla bu rengin tam da kızı için yaratıldığını iddia edebilir, hatta onun yumuşak kumaşın içinde henüz işlenmiş bir elmas gibi parıldayan hali gözlerini kamaştırırken, rahatlıkla ondan başka hiç kimseye de bu tonda mavinin yakışmayacağını söyleyebilirdi.

Sebastian, aklından bu garip düşünceler geçerken yutkundu. Elizabeth ne zaman büyümüştü de böyle resim gibi bir genç kıza dönüşmüştü? İki gün sonra sosyeteye tanıtılacak, belki ardından nişanlanacak, en sonunda da evlenecekti...

Sebastian, düşüncelerinin hızından ve gittiği yerden hiç hoşlanmayarak başını sağa sola salladı; fakat bu, hiçbir şeyi değiştirmedi: Elizabeth'e bakarken mümkün olsa onu bir kuleye hapsedeceğini düşünmeye devam ediyordu, muhtemelen anahtarını da cebine atacağını; çünkü kızı henüz bir kadın olma yolunda emekliyor olsa da birkaç sene içinde muhteşem bir yaratığa dönüşecek gibi görünüyordu. İşte o zaman sadece babasının küçük kızı olarak kalmaya devam etmesine, aklı başında ve gözü gören hiçbir erkek müsaade etmezdi.

Bir baba olarak, elbette, kızının iyi bir evlilik yapmasını istiyordu; ama bir taraftan da hiç büyümemesini onun küçük kızı olarak kalmasını da istiyordu. Paradokslarla dolu hayattan, Sebastian da payına düşeni alıyordu, doğal olarak.

Bakışları kızının narin bedenini saran elbiseden yukarı doğru çıktı, yüzündeki hafif pembeliği süzdü ve onun, annesininkilere benzeyen, güzel gözlerinde takılı kaldı. Bir şeyler titreşiyordu o gözlerin içinde... Şaşkınlıkla, kızının güvensiz duruşundan bunun "korku" olduğunu anladı Sebastian.

Elizabeth, hiçbir zaman kendinden şüphe eden bir çocuk olmamıştı; çünkü kendinden şüphe edecek şekilde yetiştirilmemişti. Sebastian; bir oğlu olmuş olsaydı, onun geleceğin dükü olarak özgüvenli bir donanımla yetişmesi için yapacağı her şeyi kızından da esirgememişti. Hukuksal ve siyasi bazı meseleler gibi tamamıyla erkekleri ilgilendiren konuları dışarıda bıraktığında, istediği gibi de yetiştirmişti Elizabeth'i. Nihayetinde o da, bir dükün çocuğu değil miydi? Bir dükün biricik kızı?...

Sebastian; her şeyden önce, bir kadının toplumun bu kadar baskısına rağmen, dik durabilmesini önemserdi, güçlü olabilmesini ve yaşam ona ne getirirse getirsin, gerektiğinde karşı koyabilmesini...

Şimdi, işte bu yüzden, aynadan ona güvensiz gözlerle bakan bu genç kız; bir yabancı gibi geliyordu Sebastian'a ve Sebastian, onu tanımakta zorlanıyordu. Ona, "Endişe edecek bir şey yok!" demek istiyordu. "Muhteşem görünüyorsun!" ve bunu onun da bilmesini istiyordu.

"Elizabeth, kızım..." diye başladığında, duygularının yoğunluğuyla boğulan sesi devam etmesine izin vermese de bir kez daha denedi: "Kızım... Olağanüstü görünüyorsun!"

Az önce Elizabeth'in yüzüne yayılmış olan kaygı; bir yağmur bulutunun hızıyla terk etti orayı, ardında güneş gibi bir gülümseme bırakarak.

Elizabeth, elbisesinin izin verdiği ölçüde hızla arkasını döndü. "Sahi mi babacığım?" diye sordu, sanki emin olmak ister gibi. Dük, onaylarcasına başını sallayınca da iki hızlı adımda kendini onun kollarının arasına attı.

SENDEN UZAKTAWhere stories live. Discover now