"Hah! Senin neyini kıskanacağım ben acaba?"

"Az önce kendin söyledin. İki seksi erkek beni arzuluyor."

Suratı kıpkırmızı kesildi Angel'ın. Lafı ağzına tıktığım için iyice öfkelendiğini biliyordum. Kavgada kalakalmayı kimse istemezdi. Hele ki Angel gibi rakipçi biri asla. Bu yüzden elindeki tek kozu kullandı ve kapıyı işaret etti.

"Defol buradan!"

Bir şey diyemedim tabii. Onu alt etmenin verdiği galibiyet duygusu ve biraz da buruklukla eşyalarımı toplayıp çıktım.

Arkamdan, "Fahişe!" diye seslendiğini duymuştum ama aldırmadım, kapıyı bir hayli sert çarpıp orayı terk ettim.

---

"Seni özledim." Dedim aramaya yanıt verdikten saniyeler sonra.

"Hey." Sesi mutlu geliyordu. Bu kalbimi biraz olsun yumuşatmayı başarabilmişti. "Henüz birkaç gün oldu."

"Olsun." O görmese bile sanki karşımdaymış gibi omuz silktim.

Telefonu uzaklaştırıp burnumu çektim. Ağlamak üzere olduğumu biliyordum ve o bu şekilde mutluyken her şeyi bozmak istemiyordum.

"Ee neler yapıyorsun?" diye sordum, sesime mutluluk iliştirmeye çalışsam da pek başarılı olduğum söylenemezdi.

"Alış verişten yeni geldik. Akşamleyin büyük babam bizi buz hokeyi izlemeye götürecek." Burnunu çekti. "Sen neler yapıyorsun bakalım."

"Hiç. Az önce parka geldim ve şimdi oturuyorum."

"Kalın giyindin mi? Hava çok soğuk olmalı. Fazla dolaşmadan eve git."

"Aslında-"

"Eve git dedim!"

Tebessüm ettim. "Gideceğim."

Nefes alışlarını duymak bile çok güzeldi. Bu adamı seviyordum. Ne olursa olsun. İster beni kandıracak olsun ister başka bir şey. Bir telefon konuşmasında bile böylesine etkilenebiliyorsam bu aşk demektir.

"Seni gerçekten çok özledim." Acizce fısıldadım. Biraz üşümüş ve biraz ağlamaklıydım. Bu sesimi daha beter bir hale sokuyordu.

"Hey! Bir sorun mu var?"

Sanki sadece bunu sorması yeterliymiş gibi bir damla gözyaşı yanağımdan dudağımın kenarına süzüldü. Bir şey diyemedim ama konuşmak da bir çare gibi durmuyordu.

"Leslie? Orada mısın?"

Kafa salladım ama nasıl görecek? Sesimi de çıkartamıyordum -ki tek kelime etsem ağlayacak şekildeydim.

"Justin?!" Bir kız arkadan bağırınca Justin, "Bir saniye." Dedi ve telefondan gelen garip seslerden sonra, "Jazzy, Leslie'ye merhaba de!" diyip kıkırdadı.

"Merhaba." Jazmyn mutlulukla söylendi. "Nasılsın?"

Onun sesi beni mutlu etti. Gerçekten birden sevindim. Az önceki her şeyi unutup ona yoğunlaşmıştım sanki. Eski anılar aklıma doluştu hemen.

Jazmyn, ilk buluşmamızda Justin'le birlikte gelmişti. Bir restorana gelmiştik ve daha çok küçüktü. Justin bir yandan benimle ilgilenip bir yandan ona yemek yedirmeye çalışırken çok komikti. Ama soslu spagetti yanlış bir seçimdi. Beyaz gömlek giyen biri için yani...

"Merhaba Jazzy, iyiyim. Sen nasılsın bakalım."

"Seni çok özledim. Ama Justin benden daha çok özledi sanırım. Dün odasında senin adını bağırıyordu."

Ne olduğunu anlamadan Jazmyn sustu ve telefon Justin'in eline geçti, daha sonra boğazını temizledi. "Ee şey, şarkı söylüyordum. Başka bir şey yapmıyordum. Yanlış anlaşılmasın." Güldü, daha çok kıvırmaya çalışıyormuş gibiydi.

Tebessüm ettim. Elbette bana bunu yutturamazdı. Ne yaptığını çok iyi biliyordum. "Mhm, anladım." Kıkırdamama engel olamadım.

Hoparlörde bir hışırtı sesi duyuldu. Sonrasında Justin'in sesi uzaktan geldi ama yine de anlaşılıyordu. "Anne! Jazmyn'i buradan alır mısın? Leslie ile konuşuyorum."

Gülümsememe engel olamadım yine. Annesinin bilmesi hep mutlu ediyordu beni nedensizce.

Tekrar geri döndüğünü nefes verişinden anladım. "Ne diyordum?"

"Yaptığın pisliği yakalayan Jazzy'nin ifşasını kıvırmaya çalışıyordun en son." Hıhladım. "Cidden yutmadım. Bil diye söylüyorum."

"Tanrım!" İsyanla yakındı. "Utanmalıyım ama bunu bilmenden biraz hoşlandım sanırım... Yani sürekli aklımdasın demek istiyorum."

"Bilmez miyim?"

Ses tonu kısıldı. "Seni özledim."

Dalga geçme sırası bana terfi etmişti. "Henüz birkaç gün oldu."

"Olsun."

Aramızda tatlı bir sessizlik oluştu. İkimizde bir şey söylemedik ama ben bundan rahatsız olmuyordum. Gerginlik yoktu, sadece huzur vardı. Konuşacak şeylerimiz elbette çoktu ama nefes alış verişlerimizin sesi bile yetiyor gibiydi.

"Söyledin mi?" Dedi birden şak diye.

Dondum kaldım. Ne diyeceğimi de bilemedim çünkü zaten ne diyebilirdim ki? Ryan'la evleniyoruz canım, düğünüme beklerim mi?

"Justin, sana söylemem gereken bir şey var."

Yutkundum. İşte o berbat ruh hali geri gelmişti. Yine ağlamak üzereydim ve çoktan ellerim titremeye başlamıştı.

"Söyle güzelim." dedi kötü herhangi bir şeye hazırlıklıymış gibi.

Ve ben dayanamadım. Her şeyin yükü üstüme çökünce ağırlığı kaldıramadım.

"Justin... Lütfen yardım et!"

Panikle konuştu. Ne olduğunu anlayamıyor gibiydi. "Hey! Ne oluyor? Ağlama lütfen."

Burnumu çektim ama ağlamam durmuyordu. "B-ben dayanamıyorum."

"Leslie lütfen ağlama. İlk uçakla yanına geliyorum!"

"Ne? Dur hayır gelme sakın!" Burnumu bir kez daha çektim ve elimin tersiyle yanaklarımı silip kendimi dizginlemeye çalıştım. "Lütfen gelme."

"Ama-"

"Hayır. Ne olursun gelme. İyi bir yılsonu geçir. Seni seviyorum."

Telefonu yüzüne kapattım. Geri aramalarına da yanıt vermedim. Veremezdim de zaten. Hatta ağladığımı anladığım saniye aramayı bitirmediğim için bile pişman olmuştum.

Bir süre oturdum. Soğuktu ama umurumda bile değildi. Zaten sol yüzük parmağımdaki şey derimi fazlasıyla yakıyordu.

Dangerous Passions - BieberWhere stories live. Discover now