8. Bölüm

3K 204 109
                                    

Merdivenlerden çıkarken nabzım hiç olmadığı kadar hızlıydı. Kalbimin sesi apartmanın boşluğunda yankılanıyor, duvarlara çarpıp bir tokat gibi yüzüme vuruyordu. Keşke şuanda kıyamet kopsaydı da, eve gitmek zorunda kalmasaydım diye düşündüm ama keşkelerle yaşayamayacağımı öğrendiğimin üzerinden uzun bir süre geçmişti.

Anahtarı çantamın fermuarlı kısmından çıkardım ellerim titreye titreye. Justin bugün yeterince dengemi bozmuştu fakat şimdi, Ryan'ın camda bizi izlediğini söylediğinin bir şaka olmasına ihtiyaç duyuyordum. Kapıyı açtım. Ne olursa olsun onunla yüzleşeceğim bir gerçekti ve deli gibi korksam da kaçış yoktu.

Ryan koltukta oturmuş, eliyle kavradığı kumandayla kanalları gezerken ona uyan bir program bulmaya çalışıyordu. İçime su serpilmesi için erkendi belki ama onu bu kadar sakin görmek biraz olsun beni rahatlatmıştı. Koltuğa öyle bir yayılmıştı ki, az önce camda olduğunu söylemek bu manzaraya göre zor olurdu.

Dudaklarıma bir gülümseme yerleştirdim. "Sevgilim, ne yapıyorsun?" üzerimdeki deri ceketi çıkartıp askıya astıktan sonra yanına ilerledim ve örtündüğü battaniyeyi sıyırıp yanına uzanarak ona sokuldum. Sıcaklığı bedenimi sarmaladığında uyuşmam uzun sürmedi. "Hiç, oturuyorum. Sen ne yapıyorsun?"

Sesi mesafeliydi, buna rağmen kollarını etrafıma sardı. Ona kıyasla vücudum buz gibiydi. Sarılışı sıkılaşırken dakikalar sonra ısınacağımın bilincindeydim. Bunu hep yapardık. Soğuk havalar favorimizdi çünkü birbirimize sarılıp aşkımızı hissetmek için fazladan bir bahanemiz oluyordu.

Şimdi neden öyle hissetmiyordum? Daha çok yakın bir arkadaş gibiydi, bir ağabey veya bir ebeveyn. Eskisi gibi hissettirmemesi beni korkutmuştu. Bunun ne anlama geldiğini itiraf etmek istemiyordum çünkü.

"Duş almam gerekiyor ama bunu yapacak enerjiyi bile kendimde bulamıyorum. Yorucu bir gündü. "

Elleri saçlarımda oyalandı. "Elbette öyledir. Kafe ağzına kadar doluydu sonuçta."

Ne?

"Sen nereden biliyorsun?" diye sordum.

Parmakları durdu ve ben kafamı kaldırıp suratına bakındığımda saç diplerime masaj yapmaya devam etti. Soruma cevap vermemeyi seçmişti. Bunun yerine beni köşeye sıkıştıran başka bir soruyu daha sorarken kanepede doğruldu.

"Telefonlarımı neden açmadın?"

Bende onun gibi kanepede doğrularak hizasına geldim. Ryan'ın sinirli olduğunu anlamam uzun sürmemişti. O hep böyleydi. Ne kadar öfkeli olursa olsun aklına takılanları sakince sorar, anlayana ve olayları kafasında oturtana kadar sesini yükseltip ani tepki vermezdi. Bazen bu özelliğine sinir olurdum çünkü ben bağırıp çağırırken, onun sessizce yakınışlarımı dinlemesi, kavga bitip kendime geldiğimde ve olayları bir kez daha gözden geçirme fırsatı bulduğumda sanki tüm suçlu benmişim gibi hissettirirdi.

"Ben... Söylediğin gibi, çok yoğunduk." Gözlerimi ondan olabildiğince kaçırmaya çalıştım.

Tek kaşının kalktığına yan gözle şahit oldum. Bir gariplik vardı. "Aramalarımı görüp göz ardı etmek için oldukça vaktin vardı ama."

"Bir saniye- Ne? Ryan ben- Anlamıyorum." gerçekten bir gariplik vardı.

Gülümsedi. Tanrım, cidden sinirliydi ve bunu az önce iliklerime kadar hissetmiştim. Gülüşündeki gerginlikten bile apaçık anlaşılıyordu.

"Evde sıkılmıştım. Aklıma seni ziyaret etmek geldi. Sonuçta sensiz geçen bir hafta sonu benim için bir boşluktan farksız, öyle değil mi?" Bu soru cevap ister nitelikte değildi. "Kafeye gelmeden önce gül buketi aldım. Onları çok sevdiğini ve görünce mutlu olacağını biliyordum. Kapıdan içeri girer girmez kan ter içinde kalmış yüzünü gördüm. Her yer doluydu, sende başını bile kaldırmadan etrafta koşuşturuyordun. Gülerek sana yaklaştım ve daha sonra yanında belirip seninle şakalaşan Justin'i görünce bil bakalım ne kadar şaşırdım?"

Dangerous Passions - BieberWhere stories live. Discover now