Yalnızlıklarımıza sarılıp nasılda üşümüştük

3.6K 394 212
                                    

Jongin ile gece vaktinde bankta oturmaya devam ediyorduk. Saat muhtemelen biri geçmişti ama sorun değildi. Onunla zamanın nasıl geçtiğini anlamıyordunuz. Tek sıkıntı sayılabilecek şey, havanın eksi bilmem kaç derece olmasıydı. Ellerim paltomun cebinde olmasına rağmen üşüyordu ve göremesem de kızardığını tahmin edebiliyordum. Burnum ise soğuktan buz tutmuş gibiydi, hatta bazen gözlerim soğuktan yaşarıyordu ama hemen siliyordum.

Jongin'e baktığım zaman onun da benden farkı olmadığını gördüm. Benim gibi ellerini montunun cebine yerleştirmiş, kızarmış burnuyla etrafa bakıyordu. Dudakları soğuktan hafif morarmıştı ama önemsemiyor gibiydi. Saçları esen rüzgar yüzünden anlının önüne gelmişti fakat elini çıkartıp düzeltmekte zorlanıyordu. Onun için halledebileceğim için tarafında kalan elimi kabanımın cebinden çıkarttım. Öne gelen tutamları yavaşça arkaya ittirdim.

"Saçın alnına geliyor" Açıkladım bunu yaparken. "Rahatsız olmuyor musun?"

"Sehun" dedi söylediklerimi duymazdan gelip. Sanırım Jongin'in adımı söylemesine hala alışamamıştım. Garip geliyordu fakat sadece garip değildi, aynı zamanda güzeldi de. "Sence Ric beni affeder mi?"

O, bunu sorduğunda daha ne kadar devam edeceğini düşündüm. Kalbimi kırmaya daha ne kadar devam edecekti? Her insanın bir dayanma süresi vardı, ben ise sınırlara geldiğimi hissediyordum. Daha ne kadar dayanabilirdim bilmiyordum gerçektende. Bir gün patlayacaktım ve etrafımdaki herkese zarar verecektim. Buna Jongin de dahildi.

Bir insan nasıl bu kadar umursamaz oluyordu anlam veremiyorum. Tamam, hislerime karşılık vermesini beklemiyordum ama bu kadar umursamaz olması da içimi acıtıyordu. Sanki kasıtlı bir şekilde canımı acıtmak istiyordu ve işin kötü tarafı başarılıydı. Yine de bir cevap vermem gerektiğinden "Bilmem," dedim. "Asıl soru sen onu affedebilecek misin?"

Gözlerimi odaklandığım sokak ışığından alıp ona diktim bu sefer.

"İkinci bir şansı hak ediyor" Konuştuğunda ağzından buhar çıktı. Soğuk havaya ters bir şekilde sıcaktı soluğu. Birkaç kere gözlerini kırpıştırıp yerdeki erimek üzere olan kara bakmaya devam etti.

"Bence ona ikinci şansı vererek başkasının tek şansını elinden alıyorsun." dedim kendimi kast ederek. Ama anlamış mıydı bilmiyordum.

Gerçi Jongin zekiydi, uyanıktı. İnsanların karakterlerini ilk bakışta çözebilecek bir altıncı hisse sahipti. Ve hissederek tarot falı bakabiliyordu. Söylediklerinin neredeyse hepsi gerçek çıkıyordu, zaten gerçek çıkmayanlar da genelde gelecekle ilgili olan sözleriydi. Bazen onun wicca olduğunu düşünüyor ama sonra bu düşüncemi aklımdan siliyordum. Çünkü Kim Jongin, kalıplaşmış bir sıfat olamayacak kadar özel bir insandı. Onu kelimelere indiremezdim mesela. Yüzüne bakıp "yakışıklı bir çocuk" yada gitar çalmasına karşın "muhteşem bir gitarist" diyemezdim. O sahip olduğu tüm özelliklerin birleşimiydi, farklıydı. Kim Jongin'di.

Söylediklerimi anlamış olacak ki yüzünü hafifçe bana döndü o da. Bacaklarını biraz daha öne uzattı ve derin bir nefes aldı. "Sehun," dedi "Sana neden bir şans vereyim ki?"

Bunu söylerken üstünü kapatmaya gerek duymadı. Başkasına neden bir şans vereyim demedi yahut belirtisiz bir özne kullanmadı. Direk bana hitap etti, o kadar açıklayıcıydı ki bir cevap veremedim. Netti, karşısındaki insanı kırmaktan korkmayacak kadar netti hemde.

Düşündüm. Onun dediği gibi neden aradım. Gerçekten onun beni sevmesi için bir neden aradım. Ama bulamadım. Haklıydı, kim benden ne için hoşlansındı ki. Tamamen olasılıklar üzerine kurulmuş bir hayatım, ruhsuz bakışlarım ve bozuk bir psikolojim vardı. Açıkçası uzaktan gördüğümde ben bile kendime şans tanımazdım. Ric gibi Jongin'i kendime bağlayacak flörtöz yapım falan yoktu. Yine de tüm düşüncelerimi bir tarafa iterek bir sebep sundum önüne.

Meltaway || sekaiOnde histórias criam vida. Descubra agora