Bana öyle bakma anlayacaklar

5.7K 498 173
                                    

Kim Jongin sanıldığının aksine kötü çocuk değildi. Ya da ben kendimi böyle kandırıyordum. İkinci ihtimalin daha doğru olma olasılığı ne kadar yüksekse birincisi de o derece düşüktü ama ben nedensizce var olmasını istediğime tutunmuştum. Bu umut sayılmazdı çünkü umut bağlayabileceğim bir durum ortada yoktu. Jongin iyi olsa da kötü olsada bana bakmazdı. Hatta Jongin dönüp soru sormak için bile bana bakmazdı. Sanırım vizyondaki en çok gişe rekorları kıran film bile olsam, Jongin diğer filme bilet alırdı.

Rouren'de geçirdiğim yıllar boyunca bu gerçeği kabullenmiştim. Neredeyse tüm kampüsü elden geçirmiş, tanrının her lanet gününde başka bir kız veya erkekle takılmıştı. Ama beni görmemişti. Özetle kaşar olmak için illa kız olmak gerekmiyordu, Jonginde erkek kaşarıydı. Lakin ben onun içindeki masum tarafı görebiliyordum. En azından kendimi böyle kandırmıştım. Özellikle bu sıralar Richard'la takılıyor olması onu melek gibi gösteriyordu. Bu Jongin için rekor olabilirdi çünkü neredeyse üç aydır yanında sadece o vardı ve onu gerçekten sevip sevmediğini deliler gibi merak ediyordum. Bunu o kadar çok merak ediyordum ki eğer dünyadan şuan ayrılmak zorunda kalsaydım, en çok üzüldüğüm şey bu soruya yanıt bulamadan öldüğüm olurdu. Jongin'in beni gelecekte sevip sevmeyeceği gibi saçma sorular olmazdı. Zaten bu soruların cevabını çoktan almıştım. Evet insanlar geleceği göremezdi ama gözünün önündekileri göremeyecek kadar salak da değildi.

Adél okuduğu altı yüz ellinci kitabı  altı yüz ellinci defa anlatırken, bizde altı yüz ellinci defa dinliyormuş gibi yaptık. Chen anlıyormuş gibi yapıp kafasını sallayarak oyunculuk yeteneğini geliştirmiş, ben de masaya kolumu koymuş yüzümü de kolumun üstüne yaslamıştım. Oturduğumuz kafe Rouren Üniversitesi öğrencileri tarafından işgal edilen bir bölgeydi. Fiyatları uçuk olduğu için sadece Rouren'in yüksek gelirli öğrencileri gelebiliyordu ve burası Kai'ın en sevdiği yerlerden birisiydi. Burayı sevmesindeki nedenini az çok biliyordum. Müziklerinin muhteşem oluşu, ne zaman buraya gelip dinlesem kendimi entel hissetmeme neden oluyordu. Chen kahvesinden bir yudum daha alıp elindeki telefonu masaya fırlatırmışcasına attığında ikimizde ona döndük. "Luhan'dan ayrılıyorum. Bu sefer bitti. Gerçekten bitti. Hatta öyle bir bittiki, ona geri dönmem vizeden tam not ile geçmem kadar mümkünatsız."

"Yine ne yaptı?" Adél bıkkın bir ifadeyle konuştu. Luhan'ın Chen'i kullandığını masada oturan herkes biliyordu. Chen'de işin aslında bunun farkındaydı ama ona olan mutlak sevgisi bunu görmezden gelmesine neden oluyordu ve ben bundan nefret  ediyordum. Çünkü Luhan her seferinde kalbini parçalara ayırıyor, sonra o parçaları toplamamızı bekliyor ve bizde Chen'i toparladığımızda tekrar yüzsüzce karşısına çıkıyordu. Artık ben bile bıkmıştım. Nefesimi dışarı verdim. "Bu sefer kim?"

"Bu sefer birisiyle değil. Birkaç kişiyle." Ve Chen sözlerini tamamlayamadan gözleri doldu. "Sanki alnıma fosforlu kalemlerle büyük bir beni aldat tabelası asmışım gibi."

Adél ortamı yumuşatmak istermiş gibi "Üzülme, Kai'ın bile aldatıldığı bu dünyada senin de aldatılman pek anormal değil." dediğinde Chen güldü. Ama bu, içim kan ağlıyor lakin iyiyim ben gülüşüydü. Burnunu çekip sandalyesine gömülürken bende cebimden peçete çıkarıp ona uzattım. "Adél kes sesini. Richard onu aldatmadı."

"Elbette, sadece hobi olarak her gün revirde görünüyor." Adél sesindeki alayı gizlemeden konuştuğunda bende göz devirmemi gizleme gereği duymadım. "Her gün revirde olması onun Blake ile düzüştüğü anlamına gelmez."

"Sehun, uzun süredir kullanmadığın için pas tutmuş beynini çalıştırmaya ne dersin? Bir insan neden her gün revire gitsin ki?"

"Belki Blake bizim bilmediğimiz üvey kardeşi felandır." Chen konuyu kesmemizi ve onunla ilgilenmemizi rica eder gibi boğazını temizlediğinde biraz yaklaşıp elimle sırtını sıvazladım. Bir desteğe ihtiyacı vardı. O destek biz olmalıydık fakat Richard'ın Jongin'i aldatıp aldatmadığını tartışıyorduk. Gerçekten fazla saçmalamıştık. "Bunun yeniden olacağını hepimiz biliyorduk. Luhan tam bir göt deliğiymiş gibi davranıyor. Aslında tam olarak bir göt deliği." Adél bana katıldığını belli etmek istercesine mırıldandığında devam ettim.
"Eğer onu tekrar affedersen seni incitmeye devam edecek ve yaptıklarından pişman olmayacak." Bu söylediklerim gerçeklerdi. Luhan böyle bir çocuktu çünkü. Umursamaz, değer bilmez birisiydi. Yanımızda Chen'e yakınlaştığı ve sevgi cümleleri kurduğu tüm zamanlarda kusmak istememe neden oluyordu. "Kalbini milyonlarca parçaya ayırdığı itiraz edilemez bir gerçek ama tüm parçalar orada ve sessizce bir araya gelmeyi bekliyor."

"Sehun, klişe brezilya filmlerinden klişe alıntılar yapmayı kesmelisin." Adél salatayı yediği çatalla beni işaret ederek konuştu. "Bunu üç yıldır Jongin için ağlayan çocuk mu söylüyor? O senin kalbini parçalara ayırmıyor mu? Bundan haberi bile yokken hemde. En azından Luhan'ın haberi var. Chen mutlu olmayı kendisi seçemez çünkü ona aşık. Ama sen seçebilirsin."

"Onu sevdiğimi biliyorsun Adél. Nasıl vazgeçmemi beklersin?" Üç yıldır Jongin'den karşılıksız hoşlanıyor olmam benim suçum değildi. Ondan beni sevmesini rica edemezdim.  Daha hazırlık sınıfındayken istemsizce başlamış ve bugüne kadar devam etmişti. Adél tarafından zorla randevulara çıkartılıp kendimi rezil ettikten sonra bu durumu kabullenmiş görünüyordu ama sürekli laf sokmayı da ihmal etmiyordu. "Ben sana vazgeç demiyorum. Seni fark etmesini sağla diyorum."

"Bir sevgilisinin olduğunu biliyorsun. Göründüğü üzere çok mutlular. Bu bir tür senin kitaptaki karakterlere aşık olman gibi. O karakterin senden haberi olması bilimsel olarak ne kadar imkansızsa, Jongin'in de beni fark etmesi o derece imkansız." Adél'e bakarken düşünüyormuş gibi yaptım. "Hatta Jongin'in beni fark etmesi, evrendeki bütün imkansız olayların toplamından bile imkansız bir olay. Bir mucize."

O sırada kafenin girişinden Tiffany, yanında Luhan ile içeri girdi. Luhan'ın çekingen bir tavırla etrafa bakınması, Chen'i gördükten sonra bakışlarını kaçırması trajikomikti. Yüzündeki ifadeyi çözemiyordum. Sanki bir parça pişmanlık serpilmişti tavırlarına. Ve ben şimdi Luhan'ın bittiğini düşünmeden kendimi alamadım. Bitmişti. Ciddi ciddi bitmişti çünkü şuan Chen'deki sinirin farkındaydım. Ve ben daha düşüncelerimi süsleyecekken Chen sandalyesinden ağır bir şekilde kalktı. Sakin olmaya çalışırmış  bir hâli vardı. Kurbanını öldürmek üzere olan katil gibi Luhan'ın üzerine yürürken sandalyeme daha çok gömüldüm. Üzerine gelen Chen'in varlığını yeni fark etmiş olan minik beden duraksadı. Tiffany'nin garip bakışları altında yanlarına varan Chen birkaç kez ağzını oynattı ama ne dediğini anlayamadım. Sonrasında Luhan'ın solgun yanaklarına öyle tokat attı ki tüm öğrenciler kafenin ortasındaki üçlüye döndü. Ben bile sanki Luhan'a atılan tokatla acıyacakmış gibi yanağımı tuttum. Sanki bir gerilim filmini canlı olarak izliyor gibiydik. Aldığı darbeyle birkaç adım geriye sendeleyen Luhan'a baktığımda gözlerinin dolduğunu fark ettim. Chen'e yaşattırdığı acının yanında onun çektiği acı kıyaslanamazdı bile. Sanırım bu yüzden olsa gerek ona acıyamıyordum. Chen hırsını alamamış olacakki ardından suratına tükürdü ve kafenin kolu eskimiş tahta kapısını açıp hızla çıktı. Adél hemen arkasından onu takip ettiğinde ben de peşinden gittim. Arkamı dönüp baktığımda Tiffany şaşkınca etrafı izliyordu. Onun da en az Luhan kadar şokta olduğunun farkındaydım. Fany hep asil olan taraftı. Sakinliğe alışmış biri olarak bu fazla gelmiş olabilirdi. O okulun prensesi gibiydi ve herkese karşı iyi olduğu için hiçkimsenin arasında olan bitene karışmazdı. Chen'e bir söz etmeyişinin bir nedeni de bu olmalıydı.

Bunları düşünerek önüme döndüğümde ve kapıyı açtığımda, içeri girmek üzere olan Jongin'i görmem aynı saniyede gerçekleşti. Nefesim saniyesinde hızlanırken alnımın  önündeki saçları kulağımın arkasına doğru attım. Sanki beni fark etmesini diliyormuş gibi ona baktığımda yüzüme birkaç saniye baktı. Bu Kai ile göz göze geldiğimiz ikinci seferdi. Birincisinde onu bana bakarken yakalamıştım ve heyecandan ölmek üzereydim. Bu sefer yalnızca bir adım önümde duruyordu ve ben yine ölmek üzereydim. Onunla göz göze gelmek bile hayal edemeyeceğim bir şeydi fakat bu hafta içinde ikinci kez tekrarlanmıştı.

Ben bu küçücük bakışla bile heveslere kapilabilen birisiydim. Bunu yapmaması gerekiyordu çünkü şimdiden solan umutlarım tekrar yeşermeye başlıyordu fakat ben bunu kesinlikle istemiyordum. Bir şeye umut bağlayıp gerçekleşmesini beklemek aptalca bir hareketti. Bunun sonunda üzülen yine siz oluyordunuz ve hiçbir şey umut ettiğiniz gibi olmadığından yaşlı dünya daha da katlanılmaz bir yere dönüşüyordu.

Kenara çekilip onun geçmini bekledim. Gözlerini tekrar kafenin içerisine çevirdiğinde büyük adımlar atarak içeri girdi ve ben bu saniyeler boyunca kokusunu ezberlemek istermiş gibi derin bir nefes alıp kapıdan geçtim.

Adéli hep kendim olarak düşünüyorum ya yakında Jonginle bile shipleyebilirim çünkü neden yapmayayım canım Adél jccjfjvjj bir de yazım hataları olabilir bölümleri bilgisayara girmeye üşendiğimden telefondan atıyorum

Meltaway || sekaiWhere stories live. Discover now