Toparladım senin için daha güzel boz diye

3.9K 421 239
                                    

Kısa oldu ama sadece yazılmış olması için yazılmış bi bölüm kontrol etmek için bile dönüp okuyasım gelmedi hfjvjbj

Elbette her güzel şeyin bir sonu vardı ama ben o günden sonra olayların böyle gelişeceğini tahmin dahi edememiştim. Evet, Jongin ile öpüşmüştük ama sadece basit bir öpücüktü, farklı anlamlar yüklememeliydim. Yüklemiştim ama. Lanet olsun, o küçük ufacık beynimi sikeyim ki yüklemiştim. Bileğimi tuttuğunda, beni merdivenlerden çıkardığında yada adımı seslendiğinde. Her seferinde farklı anlamlar bindirmiştim düşüncelerime. Şimdi ise onların altında eziliyordum. "Umutsuz vaka" sıfatı, benim için yapılmıştı kesinlikle. İtiraf etmeliyim ki, bu sıfat başka kimseye benim kadar yakışmazdı. Resmen kelimelerin beden bulmuş haliydim.

Geçen iki gün boyunca Jongin, beni gördüğü zaman sanki evren üzerinde yokmuşum gibi davranmış, göz göze geldiğimizde ise saniyeler içinde önüne dönmüştü. Bu bana dejavu hissi yaşatırken, bir sonraki hamleyi beklemekten başka yapabileceğim hiçbir şey yoktu. Bekleyecek ve dünya üzerinde yokmuşum gibi davranmasının daha ne kadar süreceğini hesap edecektim. Sorun değildi, buna alışmıştım. Fakat her zamanki gibi olduğunu da söyleyemezdim. Daha birkaç gün içinde Jongin ile terasta öpüşüyorken, şuan kantinde tost bekliyordum. Kesinlikle her zamanki gibi olamazdı.

Sipariş ettiğim tost olduğunda almak için elimi uzattım fakat aniden Ric yanımda belirdi. Çenesi gergindi, sanki birazdan üstüme atlayıp beni öldürecek gibi bir hali vardı. Saçları dağılmıştı ve gömleğinin birkaç düğmesi açılmıştı. Kolunu bana doğru uzattı sonra. Bileğimi tutup tostu almamı engelledi. İki gün önce bileğim Jongin tarafından tutuluyorken şuan tutan kişinin onun sevgilisi olması gerçekten çok manidardı. O kadar manidardı ki, oturup olayın garipliğine saatlerce gülebilirdim tabi eğer Richard sinirli bakışlarını bana yöneltmeseydi. "Benimle geliyorsun."

Üzerimde emirvaki uygularken kolumu sert bir şekilde çektim ama o daha sıkı tuttu. Acaba tahmin ettiğim şey olmuş olabilir miydi? İhtimal düşüktü ama bende bu şans olduktan sonra her şey beni bulabilirdi, şaşırmazdım. Yerimden kıpırdamadım yine de, bana sebep sunmadan emir veremezdi. Yada verebilirdi. Bilmiyordum. Şuan istediğim tek şey bana uzatılan tostu yemekti. Yemek, yemek ve yemek.

"Bir daha tekrarlamayacağım. Benimle geleceksin." Bu kez geleceksin sözünü bastırarak söyledi. Gözlerinden ateş saçıyordu yanmamı istermişcesine. Etrafa bakındı ve gözleri bir yerde takılı kaldı. Ben de o yere odaklandığımda Jongin'i birisiyle konuşurken gördüm. Sonra bana dönmeden konuştu. Ama daha çok kendine söylüyor gibiydi. "Hatta gelmene gerek kalmadı."

Ben daha ne söylediğini idrak etmeye çalışırken beni masalara doğru itti. O kadar sert bir itişti ki, düşeceğimi düşündüm. Neyseki sadece sendelemekle yetindim. Şimdiden birkaç yüz bize çevrilmişti bile. Rezillikti. Bunların arasında Jongin de vardı. Daha çok rezillik.. Ve bu sefer gözlerini üzerimden çekmedi. Doğrudan gözlerimin içine bakıyor, ne olduğunu kestirmeye çalışıyordu. Ne yani? Onun bana bakması için illa kantinin orasına iteklenmem mi gerekiyordu? Sakince bize doğru yürürken bakışlarını sürdürdü. Sonunda diye geçirdim içimden.'Dünya üzerinde yok değilmişim, beni görebiliyormuş'

"Bana burada neler döndüğünü söyler misin?" Gözlerini benden alıp sevgilisine dikti bu sefer. Yüzü gerilebildiği kadar gerilmiş olmasına rağmen karşılaştırdığımda ses tonu sakindi. O kadar sakindi ki ben bile rahatsız oldum. Evet, Jongin'in sesinden ilk defa rahatsız oluyordum. En azından bir tepki gösterebilirdi diye düşündüm. Bunu bu kadar önemsiz bir şeymiş gibi sorması canımı acıtmıştı. Şuan önemseyeceğim son ayrıntının bu olması gerekirken, en çok önemsediğim ayrıntı oldu. Benim sorunum da buydu zaten. Gözlerimi tekrar çevirdiğimde o da benim gibi bir sonraki adımda ne olacağını kavramaya çalışıyordu. Bu sırada bize dönen göz sayısı daha da artmıştı.

"Neden o gece terastaydınız?" diye bağırdı Ric bu sefer. Jongin'in sakin ses tonuna tezat bir şekilde. Hangi gün olduğunu sormaya gerek yoktu. Hepimizde o gecenin, hangi gece olduğunu biliyorduk "Tamam, anlıyorum. İkinizin de terasta olmasında hiçbir sorun yok. Ama neden aynı anda?"

Tuttuğum nefesi bıraktım küçük bir rahatlamayla. Bilmiyordu, görmemişti. Nedensizce bilmesini istiyordum belki ama bir yanım da şuan karşımdaki kişinin zarar görmesini istemiyordu. Jongin tarafından ne kadar zarar görsem de, onun, benim tarafımdan zarar görmeye değmeyeceğimi düşündüm. Onun için acı çekmeye değerdi, benim için üzülmek bilmek bile zaman kaybıydı.

Jongin'in itiraz etmesini bekledim bende. Yani beni tanımadığını söylemesini felan. Gerçekten bunu bekledim. Çıkışta 'Onu öptüm hatta öpmekle kalmayıp dudaklarını sömürdüm' diyecek hali yoktu. Hayır diyecekti, onu orada bile görmedim. Ama demedi. Sanırım hayat benimle dalga geçmek konusunda kararlıydı.

"Çünkü onu öptüm." dedi, birkaç saniye bekleyip. Neden diye sormaktan kendimi alamadım. O kadar alıştırmıştım ki kendimi yalan söylemesine, doğruyu söyleyeceği aklımın ucundan bile geçmemişti. Gerçi diye düşündüm, O Jongin'di. Yalan söylemeye gerek duymazdı. "Ama senin Blake'i öptüğün gibi değil. Sevgiyle öpmedim onu."

O bunları dediğinde Kim Jongin'i tanımadığımı bir daha anladım. Hiçbir zaman da tanıyamayacaktım muhtemelen. İlk defa gerçekten ilk kez onu tanımayı diledim. Onun inkaar etmesini diledim. Daha az acı verici olacaktı hazırladığım için. Ama o, elbette beni acıtmak konusunda üstüne tanımazdı.

Beni sevmediğini biliyordum, sevmeyeceğini de. Zaten ben çevremdeki hiç kimse tarafından sevilmiyordum. Etrafıma yüksek duvarlar örmüştüm; kimsenin o duvarlardan içeri girmesine izin vermiyor, kendim de duvarların dışına çıkmamaya özen gösteriyordum. Böyle bir insandan kim hoşlanır ki? Bana karşı hep soğuk davranıyorlardı. Belki de Jongin beni itici, hatta çirkin buluyordu. Fakat bu yine de acı vericiydi.

"Ne diyorsun sen Jongin?" Ric gözlerini büyüttüğünde ben de gözlerimi devirdim. Ne yani? Anlamayacak bir şey yoktu. "Seni ne kadar sevdiğimi biliyorsun."

"Sus. Lütfen, rica ediyorum kes sesini. Daha fazla yalan söyleyip, soğutma kendinden." Adél'in söylediklerinde haklı olabileceğini tahmin bile edememiştim ama haklıydı. Gerçekten Jongin bile aldatılabiyordu. Hemde Blake gibi birine tercih edilerek. Tamam, önemli olan şuan o kişinin Blake olması değildi. Ama yine de Jongin'i aldatıyordunuz. Biraz daha seçici olmanız gerekiyordu.

Gerçi kendimce kimsenin Jongin'e tercih edilebileceğini düşünmüyordum. Kore'nin en kusursuz insanı dahi gelse yine onu seçerdim. Çünkü ben onun kusurlarını da seviyordum. Onun aksine, deliler gibi seviyordum. O kadar seviyordum ki, şimdi, şu saniye bakarken o yaşlı gözlerine, içinde kayboluyordum. Gözyaşlarından öpüp, "ağlama" demek geliyordu içimden "ağlama, ben seni seviyorum." Geceler boyu onu düşünerek uyuyamadığınız insanın sizin sevginizi istememesi ne kadar acı vericiyse, o kadar acı vericiydi Jongin'i ağlarken görmek. Tam olarak ağlıyor sayılmazdı ama, yine de içinin ne halde olduğunu en iyi ben bilirdim.

"Tamam," dedi Ric bu sefer. "Sana yalan söylemeyeceğim madem biliyorsun o zaman ayrılalım."

O an Ric'ı boğmak geldi içimden. Gerçekten yanımdayken boğmalıydım onu. Benim sahip olamadıklarımı elinin tersiyle itiyor ve bunu bir saniye bile düşünmeden yapabiliyordu. Kim Jongin'i incitemezdi, hakkı yoktu. Kırılmayı hak etmiyordu çünkü. Aldatılmayı da. Gerçi aldatılmayı hiçbirimiz hak etmiyorduk. Dünyanın en kötü insanı bile, aldatılmayı hak etmiyordu. Bir insanın salak yerine konulması bence dünyanın en iğrenç hislerinden birisiydi. Ve Ric defalarca Jongin'i o duruma sokmuştu.

"Peki," dedi Jongin incelmiş sesiyle. Sonra birkaç kez sesini düzeltmek adına boğazını temizledi. Şuan kantinde bulunan herkes Jongin'in ne diyeceğine odaklanmıştı. Bunu etrafa bakabildiğimde fark ettim. Biraz daha konuşma uzarsa bütün Rouren kantine doluşup bizi izleyebilirdi. "Ayrılalım."

Meltaway || sekaiWhere stories live. Discover now