Sarı Kutuyu Sonunda Açıyorum

472 56 8
                                    

  Cumartesi Sabahı


  Sarı kutuyu tamamen aklımdan çıkarmıştım.

  Sabah erkenden kalkıp garip kostümüme bakarken birden aklıma gelmişti. ''Ah, neyse,'' dedim kostümü düzgünce katlayıp düzgünce poşete yerleştirirken. Erken uyandığım için huzursuz olduğum için olsa gerekti.

  Sıradan -ve alelacele- üstüme geçirdiğim birkaç rahat parça ile mutfağa ilerledim. Saçlarım kurumuş sayılırdı. Mutfakta hazır olan kahvaltıyı görünce bir kez daha nutkum tutulmuştu.

  ''Notlarda iyi olmayınca aşçı olmaya mı karar verdin?'' dedim şaşkınlığımı örten ve en az acımasız olan kelimeleri seçerek. 

  Sırıtmakla yetindi.

  ''Bence bunların hepsini sen yemelisin, yan çevirirsek kayboluyorsun,'' dedim vücuduna şöyle bir bakarken. Uzun zamandır onunla sıska olduğu için dalga geçmemiştim.

  ''Ha-Ha'' demekle yetindi. Bu sefer sırıtan bendim.


---


  ''Bu çok utanç verici.'' Aynada kendimi süzerken sesli bir şekilde düşüncelerimi dile getirdim. Eteklerin kenarlarından tutup biraz havaya kaldırdım, kenarlara salladım ve bıraktım. Ah, boşa kürek çekiyordum. Sevimli bir hizmetçiden daha çok korkunç bir cadı gibi olmuştum. 

  Ve unutmadan söylemeliyim ki, sarı kutu da yanımdaydı. Meraktan son anda yanıma almıştım. 

  Essy, ''Hey, bu da ne?'' demeseydi aklıma geleceğini sanmıyordum. Kutuyu hemen elinden kapıp çaktırmamaya çalışsam da, tabii ki anlamıştı. 

  Ancak anlamamazlıktan geldi. İşte benim arkadaşım diye geçirdim içimden.

  ''Çok tatlı olmuşsun, Amira! Ama önce..'' elindeki telefonu bana doğru kaldırdı. Ben Hayır demek için ağzımı açtığımda lafımı klik sesi böldü.

  ''Harika,'' dedim gülen arkadaşıma bakarken. Artık ağzı bir karış açık bir çirkin cadı olmuştum.

  ''Bunu yıllığa koymalarını rica edeceğim,'' dedi ve ben bir şey diyemeden ustaca küçük odadan tüyüverdi.

  Havada kalan elimi indirdim ve iç geçirdim. Sanırım artık kutuyu açabilirdim. Zarifçe katlanmış sarı paketi insafsızca yırttım ve sade kutunun kapağını kaldırdım. İçinde bir adet kumaşımsı bir şey ve kolye duruyordu.

  ''Bu ne ya?'' dedim kolyeyi çıkarırken. Anahtar tarzı bir şeydi; ya da direkt bir anahtar mıydı acaba? Eğer gerçekten anahtarsa, oldukça süslü bir yeri açıyor olmalıydı. Kenara bıraktığım çantamın içine gelişigüzel attım ve diğer garip şeyi çıkardım.

  Bu şey..

  Hizmetçilerin kafasına taktığı kumaş parça mıydı?

  Ne rastlantıydı ama.. Belki de Yoongi garip bir şaka yapmak istemiştir diye düşündüm ama bu tezimi kendi kendime çürütecek kadar iyi tanıyordum Yoongi'yi. Birincisi, o kadar iyi oyuncu değildi. İkincisi, Yoongi çok şakacı biri değildi.

  Üstten beyaz fırfırları çıkan şey kafama geçirdim ve daha ne kadar kötü görünebileceğimi düşünmeden yerimi almak üzere koşuşturmaya başladım. Kalabalık bahçeye çıktığımda çoktan bir sürü kişinin bahçeye doluştuğunu gördüm. Ah, hadisin oradan. Bir daha nerede görecektim ki bu insanları?

  Uzakta gözüme kestirdiğim Yoongi'nin yanına koşuşturmaya başladım. İnsanların yanından geçerken yüzlerindeki şaşkın bakışlarını görmeyecek kadar hızlı koşmaya çalışıyordum. Bilirsiniz, ben şanssız bir kızım.

  Yan tarafta güzelce dizilmiş el işi malzeme standına gözüm daldığı için biri iyi bir şekilde omzuma geçirmişti. Ne dediğini duymamıştım bile. Güzel bir genç kızdı ve muhtemelen özür diliyordu. Yanında ise çok yüksek sevgilisi olan genç duruyordu. 

  ''Sorun değil, benim hatamdı,'' gibi bir şeyler mırıldandıktan sonra koşuşturmama devam ettim. Arkadan sinsice Yoongi'ya yaklaşıp korkutma planındaydım ama adımlarımı duyup arkasını dönmüştü bile. Aslında komik görünenin sadece ben olacağımı düşünmüştüm.

  Yanılmıştım.

  Onu şapkayla görünce suratına bir kahkaha patlattım. Hatta karnımı tutmak zorunda kalmıştım.

  ''Tabii ya, senin gibi giyinen birinin bana bu kadar gülmesi ilginç,'' dedi o da gülmemek için kendini zor tutarken.

  ''Şey, bence bu anı ölümsüzleştirmeliyiz,'' dedim hala gülerken. O ise hemen ciddi bir havaya bürünmüştü. 

  Boğazını temizledi, ''Evet, olabilir.''

  Telefonunu tutup havaya kaldırdı. Diğer taraflara kıyasla tenha bir noktadaydık. Yani ortam müsaitti, sonuçta kalabalığın ortasında fotoğraf çekinmek.. Bilirsiniz, garipti.

  ''Meyveli Yoğurt!'' diye bağırıp barış işareti yaparken o da dediğim şeyin etkisiyle kocaman gülümsemişti. 

  ''Baksana, gözlerin ne kadar kısılmış,'' dedim duygularımı cümlenin ardına gizleyerek. Aslında daha çok 'Ne kadar tatlı bir gülümsemen var' demek istemiştim ama.. Şimdilik fazla kaçabilirdi.

  ''Bunu silelim o zaman-''

  ''Hayır!'' diyerek ona engel oldum. Tek kaşını kaldırarak bana baktı. Ama o silindir şapka ile hiç de ciddi bir havaya bürünemiyordu.

  Telefonu elimden kapıp silmesini engelledim. ''Yani.. Bakıp gülmek için.''

  Omuz silkti. Ve saniyesinde Haneul yanımızda bitti.

  ''Kafede işiniz bittikten sonra kesinlikle korku evine uğramalısınız,'' dedi hevesle. Ayrılmadan önce ise bize göz kırptı ve havada asılı kalacak o sesleri mırıldandı;

  ''Sonuçta genç çiftler için oldukça uygun bir başlangıç.''


  Y/N: Emin olun, ben bile 'Sonunda!' dedim. Geç kaldığım için çok üzgünüm sevgili oyucular, bölümde hatam var ise affola, artık düzenli olarak haftadan haftaya yazacağım -İnşallah- diyorum ve bol bol öpücükler yolluyorum, canımlar, okuyucular..


orada bir seoul var uzaktaWhere stories live. Discover now