Son Derece Yalnız

614 63 6
                                    

  ''Ölebilirdim!'' diye fısıltıyla bağırabildiğim kadar bağırdım. 

  ''Af edersin, uyumakla meşguldüm de.'' 

  Gözlerimi devirdim. Gece hiç uyuyamamıştım ve şu an kesinlikle The Walking Dead*'de oynayacak kadar iyi göründüğüme emindim. Hangi rol olduğunu hepimiz biliyorduk. Bay Dengesiz (Bence kesinlikle öyleydi!) mesajı uyandığında görmüştü ve yanıt bile vermemişti. Bana aklına PLL* geldiğini ve şaka sandığını söyleyip gülmüştü. 

  Evet, ben de sadece bir hırsızla uğraşmıştım. O kadar abartılacak bir şey yoktu, değil mi?

  Önümdeki fazla pişmiş pilava ve ne olduğunu tarif edemediğim yeşil şeye baktım. Oh, eminim lezzetlidir ancak şu anda bunu yemek hiç ama hiç istemiyordum. Bunun bir diğer nedeni ise yemekhanedeki herkesin sanki masanın üstünde yağmur dansı yapıyormuşum gibi bana bakmasaydı. Düzeltiyorum, bize. Essy benimle oturmamıştı, karşı masada birkaç sınıf arkadaşıyla oturuyordu. O tarafa baktıkça kalp krizi geçirebileceğim riskini düşünerek arkamı onlara dönmüştüm. Önümde ise Yoongi oturuyordu.

  ''Kim olabileceğini biliyor musun?'' dedim eğilerek. Ancak yanlışlıkla kravatım bize puding diye verdikleri şeyin içine girmişti. ''Ah, lanet şey.''

  ''Çok beceriksizsin.''

  ''Sen de aptal.''

  Zaten yemeyecektim, tepsiyi bir kenara ittim ve fısıltıyla ''Ya tekrar gelirse?'' dedim.

  ''Neden benimle konuşuyorsun ki?'' dedi pilavından kocaman bir yudum alırken. Beni neden takmadığını anlamıyordum, sonuçta gelip benim masama oturan oydu. İç geçirdim, teyzemde kalmam gerekiyordu. O evden biraz uzak durmalıydım. Zaten Essy olmadan yapabileceğimi de düşünmüyordum. Öğle yemeğinden önce onunla konuşmayı denemiştim ama hiç tanımıyormuş gibi geçmişti. Bilmiyorum ama, bence birazcık abartıyordu. 

  ''Bu konu hakkında fazla konuşma. Ben bir şeyler yapmaya çalışırım.'' dedi yemeğini bitirdikten sonra. Sonuçta konuşmuştu yani.

  ''Ne yapacaksın ki?''

  ''Seni ilgilendirmez?''

  ''Çok kötüsün.''

  ''Sen de iyi.''

  Ah pekala, bu kadar yeterdi. Daha fazla ağız dalaşı istemiyordum. Tepsimi aldım ve yerimden kalkıp tepsiyi bırakmaya gittim. Ve kravatım da oldukça kötü görünüyordu, ne güzel. Adımlarımı geniş bahçeye yönlendirdim. Hava bulutlu ve biraz da soğuktu. Aklıma işe girmeden önce Haneul ile konuştuğumuz geldi. İyi kızdı, belki onunla dertlerimi paylaşabilirdim. Adını hatırladığım için mutlu olmalıydı, yani en azından ben olurdum.

  Bahçede bir söğüt ağacının altına oturdum. Aklıma kitaptan bir sahne geldi, keşke yanımda Jane Eyre* olsaydı, fazla filmvari kaçabilirdi.

  ''Arkadaşın sana küsmüş görünüyor.'' dedi yanıma hızlıca oturan ses. Kafamı o tarafa çevirdim ve Haneul'u gördüm. Çok sevimli bir kızdı, keşke onu daha yakından tanıyabilseydim.

  ''Sen iyi bir kızsın Amira, seni daha yakından tanımak isterdim.'' dedi kısa saçlarını kulağının arkasına atarken. aslında bu sözleri beni mutlu edebilirdi, etti de; sadece şu an ona uçan bir inek görmüş biri gibi bakmıyor olsaydım. Akıl okuyabiliyor muydu?

  Sesli bir şekilde güldü ve eliyle ağzını kapattı: ''O bakış da ne öyle.''

  Kafamı sağa sola salladım ve ben de gülümsedim. 

  ''Konuşmamız gereken bir konu var, Amira.''

  ''Ee, konuş o zaman.'' Yani, konuşabilirdi.

orada bir seoul var uzaktaWhere stories live. Discover now