26

5.4K 265 77
                                    

Sırtım zemine sertçe çarptığında, inleyerek belimi tuttum.

"Yeter! Gerçekten!" Göz yaşlarım bir an olsun durmadı, zorlukla ayağa kalkıp geçit aradım. Geri dönebilmek için herhangi bir yol... Çıplak ayak tabanlarıma batan şeylerle, nerede olduğumu ancak idrak edebildim. Görüşümü bulanıklaştıran gözlerimi silip, etrafıma baktım. Güneş doğmak üzereydi, ağaçlar göğe kadar uzanıyordu, etrafım çalı ve otlarla doluydu. Sinirle bağırdım. "Büyükanne!" Birkaç uçan kuşun, bağırtımla rahatsız ettiğim orman sakinlerinden başka kimse yoktu. Gözlerimi daha sert silip, burnumu çektim. "Ne istiyorsun benden?" Göğe doğru, sanki bir muhattap bulabilecekmiş gibi bağırdım. "Zaten yaraladın beni yeterince, ne istiyorsun benden, ne!"

Yere çöküp, dizlerimi kendimi çektim. Ağlamamı durduramıyordum. Neredelerdi? Duvarın yıkıldığını kendim görmüştüm, altında mı kalmışlardı? Rungenalar onları öldürmüşler miydi?

"Al canımı," kendi kendime fısıldadım. "Al canımı, benim yüzümden kimseye acı çektirme, yeter!" İsyanım tanrıyaydı, isyanım kendimeydi. "Madem gerçekten oradasın, beni duyuyorsun." Ağlamaktan düğüm olan boğazımı, yutkunarak düzeltmeye çalıştım. "Neden bir şey yapmıyorsun? Kilisenin anlattığı, dinlerin övdüğü yüce yaratıcı." Kendi kendime güldüm, kendimi tutamayıp bir kahkaha attım. "Merhametin insanlara acı çektirmek mi?!"

Bağırdım, avazım çıktığı kadar, boğazımda tek sesi kalmayacak kadar güçlü. Bir süre daha kaldım öylece. Gözümden artık göz yaşı gelmiyordu, duygularım yok olmuş gibiydi.

"Hangi cehennemdeyim ben!" Bağırtımla bir sincap koşarak ağacına tırmandı. Sinirle önümdeki dala bir tekme attım, ama bu sadece kendi canımı yakmama neden olmuştu.

"Enfes bir gün," duyduğum erkek sesiyle, bakışlarım hızla soluma döndü. Bir ağaç dalının üstüne oturmuş tanıdık yüzü gördüm, hızla bir adım geriledim. Derin bir nefes alıp, beyaz dişlerini göstererek bana baktı. Zifir gözlerini görünce, yerime çakılmış gibi hareket edemedim. "Hmm..." Gözlerini kısıp, ellerini siyah pantolonunun ceplerine koyup ayağa kalktı ve bana ilerlemeye başladı. Yüzünde bir sırıtış vardı, gözlerini kısmış, simsiyah saçlarının alnına düşmesine izin vermişti. Üstünde siyah, birkaç düğmesi açık bir gömlek vardı, yarasını buradan görebiliyordum. "Hangi cehennemde olduğunu sormuştun, Low ormanı."

"Uzak dur."

Tiksinyiyle söylediğim sözlere karşı dudağını büzerek durdu. "Bu kadar korkmaya ne gerek var? Kalbimi kırıyorsun."

Yüzümü buruşturdum. "Cehenneme git."

Daha büyük gülümsedi. "Evet!" Beni takdir edercesine baktı. "Ben de tam olarak onu amaçlıyorum. Yardım etmek ister misin?"

Birkaç adım geriledim, ölmek istiyordum bu doğruydu, ama dünyanın sonunu getirerek herkesi öldürmek niyetinde değildim!

"Def ol git!"

Dilini birkaç kez ayıplarcasına şaklattı. "Kendinden büyüklere saygılı olmayı öğrenmedin mi?"

Ondan kaçamayacağımı biliyordum, onu öldürmezdim de, endişeliydim ama duygularımı kaybetmiş gibi hissediyordum tüm bu olanlardan sonra. Ruhsuzca ona baktım korkmak yerine. "Asırlık bedenini alıp git şuradan."

GİRDAPHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin