9

153 29 17
                                        

kimse bana yüzmeyi öğretmemişti ama ben bu gece rüyamda yüzdüğümü görmüştüm.

açık bir denizdi ve alabildiğine uzanıyordu. ne zaman kafamı kaldırsam görmeye alışık olduğum ışıklı kıyılar yoktu ve sonsuz bir su kütlesi karşılıyordu beni. bu sonsuzluk bir anlığına beni dehşete düşürmüştü çünkü ne kadar gidersem gideyim bir yere varamayacağım korkusu sarmıştı bütün bedenimi. gökyüzünün o can yakan, çarşaf gibi üzerimize gerilmiş mavi renginin yansımasını denizde, yüzeyinden görmüş olduğum tenimde hissediyordum. dediğim gibi, yüzme bilmiyordum ancak nefes nefese uyandığım o rüyada, biri beni sanki sonumu getirmek istiyormuş gibi ayak bileklerimden çekmeden hemen önce, hiç de zorlanmadan, sanki doğuştan gelen bir yetenekle suda ileriyle doğru atılıyor, birbirini takip eden kulaçları savururken hiç de zorlanmıyordum.

uzun süredir bu kadar rahat hissettiğim bir rüya gördüğümü hatırlamıyordum. denizden ve yüzmekten her zaman korkmuştum çünkü dibini göremediğim, ayaklarımın yere basmadığı sulardan korkardım. bu yüzden her zaman yüzme içeren aktivitelerden kaçınmıştım ancak rüyamda suda öylesine profesyonel bir şekilde yüzüyor, dalgaların arasında kolayca kayıyordum ve bir anlığına bu, özgürlük gibi hissettirmişti.

biri beni dibe çekene kadar.

ayak bileklerimden denizin dibine çekilip korku içinde çırpınmaya başladığım sırada nefes nefese uyanmış, sanki yardımı olacakmış gibi avuçlarımı hızla inip kalkan göğsüme yaslamıştım. rüyalarımı anlamlandırmaya çalışmayı bırakalı uzun zaman olmuştu ve genelde uykudayken bilinçaltımın bana oynadığı oyunları görmezden gelmeye çalışıyordum ancak bu sefer sakinleşmem çok uzun sürmüştü.

yatağımın hemen yanında duran gece lambasını yaktım ve günlerce susuz kalmışım gibi kuruyan damağımı rahatlatmak için komodinin üzerindeki koca bir bardak suyu birkaç yudumda mideme indirdim.

saat gecenin kaçıydı ya da ne ara odama gelip öylece uyumuştum gibi soruların cevabını bulmak için zihnimi kurcalasam da hiçbir şey bulamadım o an.

bardağı yerine koyduğum zaman fark etmiştim ki dışarıda şiddetli bir fırtına vardı ve yağmur yağıyordu. yattığım yerden doğruldum ve telefonumu da yanıma alarak mutfağa doğru ilerledim. balkon kapısına ulaşıp kolu aşağıya indirdiğimde birkaç damla çıplak bacaklarıma gelmişti. sanki rüyamı tekrar yaşıyormuş gibi hissettim ve anında camı kapatıp birkaç adım geriledim.

hala etkisindeydim.

telefondan saati kontrol ettiğimde ise havanın aydınlanmasına en az iki saat daha olduğunu fark etmiştim. yine de bu saatten sonra gidip uyuyamayacak kadar gergin ve dağınık hissediyordum. üstümdekiler taehyung'un evinden ayrılırken hızlıca giydiğim kıyafetlerdi. pantolon benim olsa da kolları olması gerekenden biraz daha uzun gelen ince kazak taehyung'undu.

"sikeyim," diye mırıldandım kendi kendime. bunu ona geri veremeyecektim ve bana onu hatırlatan detayların canımı bu denli acıtmasına asla alışamayacaktım.

ona gitmesini ve geri gelmemesini, aksi takdirde bir daha yüzümü göremeyeceğin söylemiştim. üzerine de eğer böyle bir şey yaparsa onu asla affetmeyeceğime dair boyumdan büyük yeminler etmiştim.

günün sonunda, ben mutfağımdaki pencerenin önünde, elimde yarısı yanmış bir sigara ve üstümde taehyung'un ince kazağıyla yağmurun öfkeli bir şekilde kaldırımları dövmesini izlerken, bütün bu büyük harflerle kurulmuş olan cümlelerin zihnimde yok olup gidişini düşünüyordum. sanki bu kelimeler birer balondu ve her bir yağmur damlası onlara yaydan çıkan bir ok misali saplanıyor, gürültüyle patlamalarına sebep oluyordu.

how did it end?Where stories live. Discover now