29. BÖLÜM: "ÇELİŞKİ"

En başından başla
                                    

"Peki ya sen?" diye sordum derin bir nefesi ciğerlerime doldururken. "Sen sever misin gökyüzünü?"

Cevap vermedi.

O sessiz kaldığı zamanlarda onunla yaşadıklarımızı düşünüyordum hep. Ben farkında olmadan oluyordu bu. Zihnimin ortasına bir sinema perdesi geriliyordu. Ama perde siyahtı ve biz siyah beyazdan ziyade mavi bir görüntü şeklinde yaşıyorduk tüm bunları.

Siyah perdeye yansıyan mavi görüntü. Biz buyduk.

Özellikle birkaç saat önce beni kaputa yaslayarak yaptığı şey hâlâ hem vücudumda hem de zihnimde yankılanmayı sürdürüyordu. Tüm bu düşüncelerden kurtulmam, bedenime söz geçirebilmem gerekti. Bunun farkındaydım. Mantığımı yıkmaya çalışan o yıkıcı hissin önüne yeni bir duvar örmeli, bariyer kurmalıydım. Onun yanındayken iyi hissediyordum ama bu onun boyunduruğu altına gireceğin anlamına gelmezdi.

"Sargını değiştirmemiz gerekmiyor muydu?" diye sordum düşüncelerimi çivilerini yeni çaktığım çok daha sağlam bir rafa kaldırırken. Şahsen düşüncelerimi yerleştirdiğim tüm raflar dolmuştu. Yeni raflara ihtiyacım vardı. Bu da demek oluyordu ki beynim artık çok daha kalabalık olacaktı.

"Gideceğimiz yerde değiştirilir," dedi Efken umursamaz bir sesle. Onun bu umursamazlığı beni deli ediyordu. Kendine karşı hep böyleydi. Gözlerimi gökyüzüne çevirdim ve derin bir nefes aldım. Hafif rüzgârlı hava beni biraz üşütmüştü ama önemsemiyordum. Karşıda kısa yamaçlı dağlar vardı ve eteklerindeki erimiş kar kırıntılarını görebiliyordum. Karanlıkta gerçekten ürkütücü görünüyordu. Dağın bitiminde akarsuyu andıran bir şey vardı ve üstü kristalleşmişti.

Tekrar Efken'e doğru döndüğümde göz göze geldik ve kalbim ani bir kasıntıyla sarsılırken tüm damarlarım iç içe geçmiş gibi kıvrandırıcı bir hisle öylece bakakaldım ona. "Neden öyle bakıyorsun?" diye sordum yavaşça.

Bir süre kaskatı bir ifadeyle beni izledikten sonra bir elini başının altına koydu ve kasları kasılırken gözlerini kısarak gözlerimin içine baktı. "Sen üşüyor musun?" diye sordu şüpheci bir sesle.

"Biraz?" Bunu sorar gibi söylemiştim. Efken'in yüzündeki ifade biraz olsun yumuşadı ama kesinlikle tam olarak kırılmadı. Başının altına koyduğu kolunu çekmeden diğer kolunu bana doğru uzattı ve "Gel başımın belası," dedi düz bir sesle. Açtığı kolu saçlarımın biraz üstünde duruyordu ve saçlarımı sıkıştırmıştı. Yavaşça saçlarımı kurtardıktan sonra Efken'in koluna doğru yaklaşıp koltuk altı ile göğsü arasında bir yere koydum başımı.

"Arabaya mı geçsek?" diye sordu kendi kendine konuşuyor gibi.

"Hayır. Bence burası iyi..."

Gözlerini eğerek bana baktığında ben de başımı yavaşça kaldırıp ona bakmıştım. Onun kollarında nasıl bu kadar küçülebiliyordum bilmiyordum ama kendimi babasının kollarındaki küçük kız çocuğu kadar güvende hissediyordum.

"Üşümüyor musun?" diye sordu gözlerini gözlerimden çekmeden. Uçurum mavisi gözlerindeki kelimelerin hedefi kahverengi gözlerimin içinde sakladığı cümleler olmuştu. Cümlelerimin arasına sızıp anlamımı değiştirmek istiyordu sanki.

Ona biraz daha yaklaştıktan sonra, "Üşümüyorum," dedim yavaşça. Yüzündeki ifadeden ödün vermeden yavaşça başını salladı ve gözlerini tekrar gökyüzüne çevirdi.

Şimdi sırası mıydı hiç bilmiyordum ama birçok soru işaretinin dolaştığı beynimden geçenleri ona dökmek, en azından bir yanıt alamasam da tepkisini ölçmek istiyordum. Çenemi göğsüne yasladım ve ilgisini çekebilmek için tüm dikkatimle ona bakmaya başladım. Uzun kirpiklerinde ay ışığının yankıları vardı. Siyah kirpikleri ve dipsiz mavi gözleri ay ışığına meydan okuyabilecek kadar güzeldi. Hatta ay ışığından bile daha güzeldi. Uzun kirpiklerini kıstı ama gözlerini gökyüzünden çekmedi. Şu an bakışlarımın farkında olduğunu biliyordum.

İÇİNDE BİR SENHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin