13

4 1 6
                                    

İlk yazılılarımızı çoktan bitirmiş, bir haftalık kasım tatilini bile geride bırakmıştık. Kısa ara tatilden döneli iki hafta falan oluyordu. Ben ilk yazılıları atlattığımız için dersleri tamamen salmışken, tüm odağımı maçlara vermiştim. Zaten ara ara maçlarımız oluyordu, hatta okullar arası turnuvalar da çoktan bitmişti.

Fakat benim için asıl önemli olan okul maçları değil, oynadığım kulübün maçlarıydı.

Küçük bir yerde yaşadığımız için çok fazla yükselebileceğim bir pozisyon yoktu, ancak ülkedeki köklü takımlardan birinin genç kız takımına falan kabul görürsem şehir değiştirme gibi durumlarım olabilirdi, şu anda da durumum ne yazık ki yeterli değildi. En iyisi olacağım konusunda umudumu kaybetmemeye çalışıyordum.

Tüm günlerimi buralarda geçirir olmuştum. Okul biter bitmez kendimi burada buluyor, Koray Hoca salonu kapatırken beni de evime bırakıyordu günlerdir. İnsan yoruluyordu ama ilaç gibi de geliyordu bir yandan.

"Pas atsana, ısınalım hafiften." diye bir ses duydum geriden. Tam kendi kendime kaldırdığım topa smaç vurmak üzere havalanmışken dikkatimi dağıtmıştı. Nefret ederdim bu durumdan.

Sinirle yere ayak basıp arkamı döndüğüm sırada aynı zamanda topun sekme sesleri de eşlik etmişti bana.

"Ne var ya," dedi kaşlarını kaldırıp. "Erken geldim. Isınmak istiyorum sadece."

Elimle kapının tarafındaki sepetleri gösterdim. "Git oraya, al topunu. Onlarca var içinde. Topa girişmeden önce de gerçek anlamda ısınman gerektiğini kimse öğretmedi mi sana?" Bu çocuğu görmeye gerçekten katlanamadığımı bir kez daha anlamıştım.

Az önce kendisi yüzünden kaçırdığım ve filenin öbür tarafına düşen topa adımladı yavaşça. Eğilip aldı, ve bana basit bir parmak pas kullanarak gönderdi. Onu reddetmedim ve tarafından gelen topu tüm gücümle yere vurdum. Karşılaması imkansızdı.

Topun sesi boş salonda yankılanırken konuştu: "Sakin olsana bi' güzelim, n'oluyor?" Güzelim.

Çatık kaşlarım önce gevşedi, ardından sinirle gülmeye başladım. "Ne mi oluyor? Beni aylar önce voleybolum yüzünden bırakan adamla şu an voleybol oynuyorum!"

Ege Çağdaş. Bir dönem ondan gerçekten hoşlanırken hatta sevgili olacağımızı zannederken beni çat diye bırakan insan.

Doğrusu iyi ki de bırakmıştı. Benden sonra çevreden aldığım haberleriyle pek de sandığım gibi biri olmadığını anlamıştım. İyilik yapmıştı yani.

"Hangi rüzgar attı seni buraya?" Bu geri zekalının önünde voleybol oynayarak görsel şölen sunacak halim yoktu. Bu yüzden oturup bağdaş kurmuştum.

"Dedim ya, antrenmanım var. Biraz erken geldim."

"Siktir git," dedim inanmaz bir ifadeyle. Birazdan gelecek grup Karen ve takımıydı. Ege Çağdaş'ın onlarla oynaması imkansızdı. "Voleybol oynuyor olsan bu formda olmazsın bir kere."

Alayla güldü. "Karen çok kaslı sanki."

"Salak, kastan mı bahsediyorum ben?" Elimle kendimi gösterdim. "Benim de fazla bir kasım yok ona bakılırsa." dedim. "Fakat sen, güçsüz görünüyorsun." Kaşlarımı çatıp kendime konuşurmuş gibi bir ses tonuyla ekledim: "Ayrıca, spor falan da yapmazdın ki sen." Net beni keklemeye çalışıyordu. "Voleybol oynamaya başlamış olsa da birkaç ay içerisinde bu seviyeye gelmen imkansız."

Bana yaklaşırken dudağının kenarının kıvrıldığını görmüştüm. "Ne seviyesiymiş o?"

Ağzımı aralamıştım ki zevkle kapatmamı sağlayan bir ses duydum. "Bizim seviyemiz, kardeşim." Ege, salondan içeri giren takımı görünce sadece bakakalmakla yetinmişti. "Ha bize antrenmanımızda katılmak istiyorsan, zevkle." O küçümseyici ifade beni neden bu kadar mutlu ediyordu? "Misafirleri severiz."

KâbusWo Geschichten leben. Entdecke jetzt