Güneşin yavaş yavaş yükselmesiyle köz ateşi suyla tamamen söndürmüş, üzerini toprak ve taşlar ile kapatmıştı genç adam. 

Aslında karanlık çöktüğünde de ilerlemeyi ummuştu demirci genç fakat haritaya göre bir sonraki yolu kayalık arazide olacağından atının dinlenemeyeceğini varsaymıştı. 

Dün yaşanan büyülü anlardan sonra ormandan yeterince uzakta, çayırlık bir bölgede eski bir yuva bulmuştu Jungkook. Kaya ve kuru ağaç birleşimi gibi görünse de burada daha önceden kemirgen sürüsünün varlığına emindi. 

Terk edilmiş bir yuvaydı. 

Atı geniş tepeciğin arkasına güvenle yerleştirirken kendisi ise rahatlıkla sığmıştı o yuvaya. Gece boyu tüm algısı açık, bir eli tetikte bekleyerek uyusa da oldukça dinç uyanmıştı. 

"Gel Pekin." Yeterince otlanmamış gibi çayırdaki açık yeşil otlara yönelen atın yılarından çekti Jungkook. Daha fazlası yoluna engel olabilirdi. 

Üstelik anladığı kadarıyla buradaki otlar daha kırılgan, tatlıydı. Fazla olmasa da atına bir günlük yetecek kadar keserek iple bağlamış, yaramaz atın ot kokusunu duyup ilerlemekten vazgeçmemesi için üzerini kumaşla sararak diğer eşyalarının yanına asmıştı. 

Bir elinde yarısını açıkta bıraktığı haritayı tutuyordu Jungkook. Ormandan öylesine uzaklaşmışlardı ki zaten kayalıklara varmak üzere olduğunu yeni fark etmişti. 

Attığı her adımda yakan güneşe rağmen bir esinti artıyordu. 

Atın sırtına attığı ceketini omuzlarına gevşekçe alarak yürümeye devam etti genç adam. 

Yarım saat olmuş ya da olmamış gür çimenler sırasıyla yerini kısa bitkilere, toprağa, kara garip küllü bir toprağa ve çakıl taşlı yola yerini bırakıyordu. 

Bu kadar hızlı sınır değişimi dün ve bugün harici görmemişti Jungkook. Neydi bunlar böyle? Elle hazırlanmış üç aşamalı yol mu? Doğa ananın garipliklerine heyecanla gülümsedi. 

Haritayı ceketinin iç cebine yerleştirirken çakıllı topraklara vardığını yeni fark etmişti. At nalı sesini net duyuyordu. 

Bir kaç dakika daha yürüdüğünde çakıl taşlarının boyutunun artarak engebeli uzun kayalara bağlandığını görmüştü. Yol için gerçekten rahatsız edici bir rotaydı.. "Canın acırsa bana söyle oğlum." Elini arkasından usulca gelen atın burnuna koyup çekmiş, arkasını dönüp bakmamıştı bile. Zaten acımasına imkan vermiyordu. Atın ayağındaki nalı dövmek için delicesine emek harcamıştı.

Beyaz hayvan cevap olarak genzinden bir mırıltı çıkartmıştı. Gülüşünü tutamayarak arkasına kısaca bakış attı demirci genç. "Evet acırsa seni sırtımda taşırım." Kısa bir kahkaha atarak bir basamak daha çıktı kayalıklar için. 

Artık toprak ve çimen yoktu. Her yerde iç karartan taşlar, kayalar vardı. Çoğu yer birbirine benziyor olsa da Jungkook doğru yoldan ilerlediğine emindi. 

Bir süre de kayalıktan oluşan yolda ilerlemişti ikili. 

Keyfi yerinde olan at, nal sesleri eşliğinde arada başını sallıyor usulca takip ediyordu sahibini. Fakat sahibinin işaretiyle birlikte durmak zorunda kalmıştı. 

Tuttuğu deri yıları bırakarak yerde gördüğü çiziklere ilerledi Jungkook. Bunlar nal izlerine benzese de çevrelerinde garip çizikler vardı. 

Elini kayanın üzerine yerleştirerek parmak ucunu nal izine bastırdı sertçe. Fazla eski durmuyor, nal izinin kenarları hala aşınıyordu. 

Beynine bir takım şeyler hücum etse de düşünmemeyi tercih etti. Sadece yolunun üzerinden ilerleyen misafirler umarım kaba çıkmazdı. Yoksa çok sıcakkanlı bir hoş geldin yapamazdı. 

Desert StromWhere stories live. Discover now