20

11 2 43
                                    

Keonhee Dongju'nun omzuna elini koydu ve yine iç çekti. Yarı dolu gözlerini tavana dikti. Dudakları titriyordu.

"Demek öyle Juju" dedi, "İstediğin seni şimdiden seçmem demek."

Dongju kımıldamadı bile. Minjae ile son zamanlarını mutlu geçirebilirlerdi. Bu olabilirdi. Ama Keonhee onu unutmalıydı. Kendi gibi.

Böylece onu lanetten uzak tutacaktı. Böylece onu yaşatacaktı. Kendi unutmasa bile. Ölecek olsa bile. Keonhee'yi yaşatacaktı.

Dongju kımıldamadı. Kımıldamadan öylece yattı. Gözlerini yavaşça kapattı. Keonhee onun gözlerini kapattığını gördü. İçinde bir taşla hızla odadan çıkıp aşağı indi. Balkona attı kendini. Balkonda sakince çay içen Seoho arkasına döndü ve ağlayarak balkona fırlamış Keonhee'yi buldu. Elindeki bardağı kenara bırakıp hızla ona ilerledi.

"Neler oluyor Keonhee?" dedi onu kendine bastırıp eliyle başını omzuna bastıran adam. Sesinde telaş vardı, onu kendinden çekip yüzüne baktı.

Keonhee hüzünle elini yüzüne kaldırdı, yüzünü sildi.

"Dongju beni onun için sileceğini söyledi. Aradan çıkmamı istedi. İnanabiliyor musun Seoho? Ben bencil olmalıydım, bencil olan ben olmalıydım! O ise... pür bencil çıktı!"

Seoho şaşkınlıkla tüm mimiklerini kullandığının farkında bile değildi. Nasıl olurdu böyle bir şey? Sonunda grubun en bencil insanı üç vakadan sonra bulunmuş bile olabilirdi. Ama Seoho inanmadı. Keonhee'nin elini kendine çekti. Sonra döndürüp kalbine koydu.

"Buraya güven Keonhee-yah, Dongju bunu sana yapabilecek biri değil. Bir şeyleri olmalı. Aradan çıkmış gibi yap, izleyelim. Her şeyini. Her şeyini."

Keonhee başını iki yana sallayıp hafif alaycı bir sesle güldü.

"Neden ama? Neden?"

Keonhee tekrar ağlama krizine girmeden önce son olarak şunları söyledi.

"Çünkü cidden haklı. Minjae... o ölecek!"

Seoho onu tekrar sardı ve ağlamamaya çalıştı.

Minjae iç odadan onları izlerken hüzün yüzünden nefes alamıyordu. Dongju onun da çıktığını duymuş olmalıydı. Ama elini tutmaya gelmiyordu artık. Artık Dongju yok gibiydi. Nedeni neyse de bu güzel bir şeydi.

Minjae saatine baktı. Keonhee az önce aldığı tehdit sonrası onu unuturdu. Yoluna devam ederdi, değil mi?

Gece yarısı birini aradı Minjae. Telefon ikinci çalışta açıldı.

"M-Minjae?" dedi kalın sesli bir adam. Minjae yutkundu.

"Baba?"

"NEREDESIN SEN! MERAKTAN ÖLDÜM! KIZIM!"

"Beni al. Ameliyat olacağım. Üç hafta sonrasına randevu al, sözüm olsun o yapma kalple yaşarım ben."

"Neredesin? Geliyorum!"

Minjae adresi verdi. Pijamalarını bile değiştirmeden aşağı indi. Üç sokak aşağı yürüdü ve beklemeye başladı.

Evden yok olduğun kimse ilk anda fark etmedi. Dongju onun gelmediğini fark edip bir yerde bayıldı kaldı diye korkuyla sıçradı ve hızla kapıları teker teker açmaya başladı. Son kapıyı da açtığında Keonhee ile Seoho'yu buldu yalnızca. Başı hafiften arkaya düştü, gözleri kapanıyordu. Elini kapının kulpuna tutup düşmemeye çalıştı. Mırıldandı.

"Minjae... gitti"

Sonra nedensizce kendini bir ormanda buldu yine. Bayılmış olmalıydı! İki gün içinde üçüncü kez oluyordu. Ölecekti demek ki! Bugünlere kadardı hayatı. Artık sona geliyordu. Bir kadına takılıp o kadını da lanete yem etmiş, üstüne kardeşini eklemişti. Ölürken onları da kendine çekmişti.

Detineo // ONEUS ✔️Where stories live. Discover now