12. BÖLÜM

92 13 19
                                    

Yemekler yenmiş ve kamp ateşi kurulmuştu. Alanda tam olarak 5 çadır vardı. Biri benim , biri yabancının, biri İsleen ve Florie için, biri Arlo ve Matthew için, biride askerlerin güvenlik için kurduğu çadırdı. Geri kalan askerler ise Matthew'in emri ile bizi korumak ve herhangi bir tehlikeyi önlemek için uyanık kalıp etrafta devriye gezeceklerdi. Çünkü artık şartlar eskisi gibi değildi. En azinda benim için. Kendi kendine babamdan sonra varis olduğunu düşünen bir deli vardı artık. Ve eğer beni tehdit olarak algilarsa ortadan kaldırmak için çabalayabilir.

Çadırımda oturmuş ve düşüncelere dalmışken Florie'nin sesini duydum:

"Prensesim. Müsait misiniz?"

"Gelebilirsin Florie."

İçeri gelip selam verdikten sonra konuşmaya başladı:

"Efendim kralımız ateşin başında sizi beklediğini söyledi."

Nehirde yıkandıktan sonra yaşadığım olaydan beri gelip çadıra girmiştim ve akşama  kadar hiç kimseyle konuşmamıştım. Yemeğe bile gitmemiştim. Ama Florie israrla çadırıma yemek getirmiş ve yemem gerektiğini söylemişti. Bende onu kırmamak icin yemiştim.

Kafamı olumlu anlamda salladıktan sonra "geliyorum " diyerek ayaklanmıştım. Florie benden önce çıkarak çadırın kapısında beklerken , bende üstümü başımı düzelttikten sonra çıkmıştım çadırdan. Hava kararmıştı ve baktığım her yerde askerleri görüyordum. Az ileride ateş kurulmuş ve yabancı ateşin başında oturuyordu. Florie ile birlikte onlara doğru yürürken sessizliği bozan Florie oldu.

"Efendim iyi misiniz? Farkındayım bugün hiç iyi şeyler yaşamadınız ama yıkandıktan sonra dahada bir durgunsunuz. "

Bu soruyu gerçekten benim için endişelendiği için soruyordu. Bunu görüyordum. Gülmeye çalıştım.

"Pek iyiyim diyemem. Ama iyi olmaya çalışacam. İyi olmalıyım çünkü."

Bu cümleden sonra gülerek bana baktı.

"Evet iyi olmalısınız ama kendiniz için. Prenses olduğunuz veya savaşmak zorunda olduğunuz için değil. Uyumadan önce İsleen ile yanınıza uğrar ve size bitki çayı getiririz. Tabi izniniz olursa."

Bunca hengamenin arasında birilerinin hala benim iyiliğimi düşünmesi gerçekten yüzümü güldürmüştü.

"Tabikide gelebilirsiniz. Hatta bu çok iyi olur. Biraz dertleşir ve daha iyi tanışırız."

Cümlemi tamamladıktan hemen sonra ateşin başına gelmiştik. Yabancının yanında benim için olduğuna emin olduğum bir minder daha vardı. Yavaşça oturdum oraya. Ardından yanımızda ayakta bekleyen Florie, İsleen ve Arlo'yu görünce sinirlerim gerilmişti. Evet ben bir prensestim ve kendimi bildim bileli hizmetkârlar ile büyümüştüm. Ama hiçbir zaman onlara emir vermek ve onları işlerim için kullanmak gibi hor huyum olmadı. Hep rahatsız hissediyordum çünkü. Tıpkı şuan olduğu gibi.

İlerideki askerlerden birine seslendim.

"4 tane daha minder getirebilir misin?"

Asker hemen selam vererek uzaklaştı. Ve birkaç dakika içinde elinde minderler ile döndüğünde diğerleri bana bakıyordu. Ben ise normal davranarak:

"Ne var? Gardiyan gibi ayakta mi bekleyeceksiniz? Otursaniza işte." Dediğimde hepsi ilk önce sağ tarafımda oturan yabancıya baktılar. Onay almış olmalılar ki teker teker minderlerini alıp oturdular ateşin etrafına. Her ne kadar prenses ve kurtarıcı olsam bile bugüne kadar hepsi sadece krallarından emir almışlardı. O yüzden tuhaf karsilamiyordum. Bir minder boş kalmıştı çünkü Matthew burada değildi. Ama onuda boş kalan bir yere bıraktık.

ÖLÜMCÜL TAÇLARWhere stories live. Discover now